Trabzonluların İzini Sürerken- Vahit Tursun
Tarih boyunca insanlık, bir sel gibi Doğu’dan Batı’ya olduğu gibi, tam tersi yolda da akıp durdu. Bu insan selinin gelip geçtiği yerleştiği sonra yine belki de milyonlarcasının göçüp gittiği yerlerden biri de, antik çağlardan beri halen ayakta duran Trapezus’tur, Trapezunta’dır, Trabzon’dur.
Bu yüzden midir bilinmez ama son yıllarda Trabzonlular tarafından ortaya atılan “Bize her yer Trabzon” sloganı, belki de tarihin Trabzon çocuklarına bilinçaltından söylettiği bir gerçek olmalıdır. Tarih sayfalarını karıştırdıkça, büyük bir coğrafyada Trabzon ile ilişkili sokak, yol, mahalle, köy, şehir adlarına ve yaşayan Trabzon’un kayıp veya kaybolmaya aday çocuklarına rastlıyoruz.
Burada bu makaleyle, tarih tünelinin fakir ve loş ışıkları arasında, hemşerimiz olan Diyojen’in feneriyle, tünelin gizli hücrelerinde hemşerilerimizi bulup ortaya çıkarmaya çalışacağım. Elbette ki Trabzon’un kayıp çocuklarını bulup yazmak kolay iş değil. Bunun için kitaplar dolusu yazmak gerekir. Vereceğim bilgiler, ancak çeşni düzeyinde kalacak. Umarım kafalarda, dünyanın farklı yerlerine dağılmış olan Trabzonluların genel fotoğrafını biraz daha netleştirebilirim.
Mitoloji
Mitoloji, tarihin vazgeçilmez giriş kapısıdır. Ben bu kapıdan girip tarih boyunca, günümüze dek Trabzonluların izlerini sürmeye çalışacağım. Elbette Mitoloji tek başına bir veri değildir. Ancak Tarih ile birleştiğinde, birçok fotoğrafın tamamlanmasına yardımcı olabiliyor.
Amazonlar
Helen mitolojisine göre Karadeniz’de, Themiskira (Terme) ve çevresinde yaşayan savaşçı kadın birliklerinden oluşan Amazonlar vardı. Zaman içinde, yaşadıkları yerler kendilerine az gelmiş olmalı ki, tüm Anadolu’yu, sonra da Yunan coğrafyasını işgal ederek yayıldılar. Etiyopya’ya kadar ilerlediklerini söyleyenler de vardır.
Amazon savaşçı figürü
Friksos ve Hele
Karadenizle ilgili mitlerden birisi de Friksos ve Hele’dir. Friksos bir erkek, Hele ise bir kız çocuğudur. Bu çocuklar, anneleri Nefeli tarafından, üvey annelerinin gazabından korunmaları için altın koç üzerine bindirilerek Karadeniz’e, Kolchida’ya doğru gönderilirler. Hele, Çanakkale Boğazı üzerine gelindiğinde, mutluluğundan olsa gerek, koçun üzerinde oynamaya, tepinmeye başlar. Bunun sonucunda, tutunduğu koçtan elleri kayarak aşağıya, denize düşer ve Tanrı Posedon da onu yanına alır. Erkek kardeşi Friksos ise çaresiz, yoluna devam etmek zorunda kalır. Yolculuk sonunda Kolchida’ya ulaşır. Oranın kralı Friksos’u iyi karşılar ve onu kızı Khalkiopi ile evlendirir. Friksos, eşi Khalkiopi’den Arğos adında bir erkek çocuk sahibi olur.
Friksos ve Hele
Argonotlar
Arğos büyüdükten sonra babasının vatanına (Günümüz Yunan coğrafyasına) gider. Orada, Yason adında bir genç yaşamaktadır. Yason henüz küçücük çocukken, amcası olacak adam, babasının tahtını zorla ele geçirmişti. Ancak şimdi büyümüş, genç ve güçlü bir adam olmuştur. Amcasından, babasının tahtını geri ister. Amcası, Friksos ve Hele’nin Pontos’a götürdükleri altın postu geri getirmeleri karşılığında babasının tahtını iade edeceğini vaat eder. Ancak Pontos’a gidebilmek için bir gemi lazımdır. Karadeniz’den gelen Arğos, bu gemiyi inşa edebileceğini söyler. Tanrıça Athena’nın da yardımıyla bir gemi inşa ederler.
Sonuçta, tarihte Argonotlar adıyla ün salmış ve aralarında Herkül gibi yiğitlerin, Orfeas gibi kemençecilerin bulunduğu elli kadar maceracı, Yolko’dan (Bugünkü Volos) Karadeniz’e doğru yola koyulurlar. Orfeas kemençesini çalarken, kürekçiler nefes nefese kürek çeker. Böylece, engin dalgaları aşarak Karadeniz’de bulunan Kolchida’ya varırlar.
Kolchida kralı Eitis (Aetes) ten altın postu geri vermesini isterler. O da onlara, post karşılığında bir sürü şartlar ileri koşar. Bütün şartları yerine getirmelerine karşın, Eitis sözünde durmaz. Arğos gemisinin mürettebatını öldürmeye kalkar. Ancak kralın kızı Media, yakışıklı ve genç Yason’u görür görmez ona aşık olduğu için babasına ihanet eder ve maceracı argonotlara yardımcı olur. Onları babasının şerrinden kurtarıp, aşkı ile birlikte Yunan coğrafyasına giderler.
O gün bu gündür, Yunanistan’ın Yolko şehrinden Karadeniz’e doğru yola çıkarılan bu gemiye, ustasının adı olan Arğos’tan esinlenerek Arğo konur. Arğo’nun mürettebatına da Argonotlar denir.
Argo gemisinin tasviri
Teoriler
Pelasglar
Eski klasikleri karıştırdığımızda, Helenlerin ataları sayılan Pelasglardan çokça söz edildiğini görürüz. Ancak Pelasgların gerçekte anavatanları, anadillerinin Helence mi yada benzer bir dil mi olup olmadığı hakkında henüz kesin bir kanı oluşmamıştır. Teori aşamasında bulunan Pelasglar, bilim adamları ve araştırmacıların henüz üzerinde durduğu bir konudur. Pelasglar bazıları için Anadolu’lu, bazıları için Karadeniz’li ve bazıları için de Yunan coğrafyasının otokton halklarındandır. Örneğin; İlyas Karagöz, Pelasgların Karadenizli olduklarını yazar. Pelasglardan söz eden birçok yazar mevcuttur. Onların Yunan coğrafyasının pek çok yerleşim biriminde yaşamış oldukları birçok klasikte kayıtlıdır.
Arkadia’daki Trapezunta
Τrabzonlularla ilgili bir teori, Yunan Mora yarımadasındaki Arkadia bölgesi, Ğortinos belediyesine bağlı Kiparisia ve Mavria köyleri arasında kalıntıları bulunmuş olan Trapezunta kenti ile ilgiliydi. Bu konuda yazan klasik yazar Pafsanias, araştırmacılar arasında oldukça kafa karıştırdı. Bazıları Arkadia’daki Trabezunta’nın Trabzonluların ana kenti olduğunu iddia ederken, bazıları da tam tersi Pontos’taki Trapezunta’nın ana kent olduğunu savundu durdu. Ancak son araştırmalar gösterdi ki, bu iki kentin arasında sadece adaşlık sözkonusuymuş. Arkadia’daki Trapezunta kenti, daha sonra yıkılarak harabe haline gelmiştir. Günümüzde sadece bazı arkeolojik kalıntıları (37° 26’52.17″ N – 22° 4’17.52″E noktasında) bulunmaktadır.
Halen teori aşamasında bulunan bir başka konu, Avusturyalı tarihçi Jakob Philipp Fallmerayer’in, Helenlere ait en eski arkeolojik kalıntıların Atina veya Peloponisos’ta (Mora yarımadası) değil, Trabzon’da aranmasını iddia etmesidir.
Arkadia’daki Trapezunta’dan kalıntılar
Tarih ve göçler
Dorların Yunan yarımadasını işgali
Tarih tünelinde ilerledikçe, bir zamanlar bugünkü Yunan coğrafyasının Kuzeyinde yaşayan Dorların Güneye doğru akınlar düzenleyerek (MÖ 12. yüzyıl), bu bölgede hakim olan Miken uygarlığını yıkıp burayı istila ettiklerini görüyoruz. Bu istila sonrasında bölgeden yığınlarca insan, karşıda bulunan Ege sahillerine göç etmek zorunda kalmıştır. Bu zorunlu göçmenler, oralarda irili ufaklı ve birbirinden bağımsız on iki adet şehir kurmuştur. Bu şehirlerden oluşmuş MÖ.1000) bölgenin adı, tarihte İyonya olarak geçer. İyonya, kendi döneminde insan haklarına saygılı, laik (devletlerin dini yoktu), bilime ve ticarete önem veren yönetim şekliyle kısa sürede gelişmiş (Özellikle Efes ve Miletos şehirleri), yüksek bir uygarlık yaratmış, Batı’nın hayranlık duyduğu bir merkez haline gelmişti.
Ne var ki tarih, hep kavga ve savaşlarla doludur. Gün gelmiş, Lidya kralı Giges, İyon şehirlerinden İzmir ve Miletos’u işgal ederek (MÖ 700) ele geçirmiş, sonrasında (MÖ 560-545) ise Lidya kralı Kresus da bütün İyonya’yı egemenliği altına almıştır. Son olarak bu bölge, MÖ 546 yılında Ahameniş İmparatorluğu’nun (Perslerin) eline geçmiş ve yaratılmış olan uygarlığın ışıkları da sönmüştür. Bu gelişmeden sonra birçok İyon kentinden, özellikle Miletos’tan, özgür yaşamaya alışmış yığınlarca insan Karadeniz’e doğru göç etmiş, oralarda Sinop (Sinope), Amasya (Amasia), Samsun (Amisos), Ordu (Kotiora), Giresun (Kerasus), Trabzon (Trapezus), vb. gibi koloni şehirler kurmuştur.
İyonlardan kalan ve günümüzde halen güncel olarak kullanılan isimleri olmuştur. Bilindiği gibi, İyon halkına Farsça “İonian” denirdi. Daha sonraları Arapça ve Farsçada kullanıldığı şekliyle “Yonan” olarak Türkçeye geçmiş ve artık “Yunan” biçiminde kullanılmaktadır.
İran’daki Trabzonlular
İpek yolu döneminde, Karadeniz’den İran’a doğru artarak gelişen bir ticaret söz konusuydu. Bu yüzden İran çoğrafyasına hatırı sayılır miktarda ama ticaret amaçlı bir Karadenizli göçü yaşanmıştır. Bu göçmenlerin arasında Trabzonlular da vardı. Daha sonra o coğrafyada başlamış olan Müslümanlaştırma faaliyetleri yüzünden, bazı Karadenizliler Bangladeş, Hindistan ve Rusya’ya doğru göç etmek zorunda kalmıştır.
Yıllar sonra (1910’lu yıllarda) Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan, vb. gibi ülkelerde yaşayan bir grup Karadenizli, yeniden İran üzerinden Yunanistan’a gitmeyi tasarlamış yola koyulmuşlar. İran’a geldiklerinde, o zamanlar orayı görece yaşanabilir bulmuş ve yerleşmişler. Ardından gelen diğer göçmenlerle birlikte, İran’daki Karadenizli nüfus yaklaşık üç bin civarına yükselmişti. Bu insanlar daha çok İran’ın Rast ve Anzali (Bandar Pehlevi) kentleri civarında yerleşmişlerdi. Ancak Şahın devrilişinden sonra İran’daki Karadenizli nüfus hızla erimeye başlamıştır. Yeniden Rusya, Azerbaycan, Kazakistan, vb. gibi ülkelere göç etmişler. Bu insanlara İran’da Parsi diyorlardı. İran’da yaşamış olan Karadenizlilerden birisi, Konstantinos Keletsekis idi. Şah zamanında ünlü bir işadamı ve aynı zamanda Şahın da yakın dostuydu. Şah devrildikten sonra Yunanistan’a göç eden Keletsekis, 2009 yılında vefat etmiştir. İran’da şu anda bilinen birkaç Rum, ufak bir kilise ve bir mezarlık mevcuttur. Orada kalan son Rumlarla yapılan röportajlarda, bazılarının aylardır Rumca konuşacak insan bulamadıkları ortaya çıkmıştır.
Iran’da bir Rum kilisesi
Girit adasındaki Trapezunte veya Trapezuntan
Ege adalarına yönelik ilk Arap akınları Emeviler döneminde başlamıştı. Bu akınlar neticesinde Kıbrıs ve Rodos gibi adalar işgal edilmiş, ardından sıra Girit adasına gelmişti. Emeviler döneminde Girit’e yapılan akınlardan bir sonuç elde edilemeyince, bu akınlar Abbasiler döneminde de devam etmişti.
Nihayet Halife Memun’un emri altında bulunan Ebu Hafs, MS 823’te 20 gemi ile Girit adasına akın düzenler. Bu akın sonucunda, birçok yerleşim yerini talan ederek geri dönmek zorunda kalır.
Ertesi yıl (MS 824), bu defa 40 gemi ile Girit adasına saldırırlar ve adayı ele geçirirler. Ada Araplar tarafından işgal edildikten sonra, buraya önemli ölçüde Arap ve Müslüman nüfus yerleştirilir. Hristiyan nüfus baskı altına alınır ve halk Müslümanlaştırılmaya çalışılır. Müslüman olmak istemeyenlerin bazıları dağlık bölgelere çekilirken, bazıları ya öldürülür ya da köle pazarında satılırlar. Öte taraftan Girit adasını elinden çıkaran Bizanslılar her ne kadar MS 825, 826, 902 ve 949 yılında Girit adasını geri almak adına akınlar düzenlemişlerse de başarılı olamazlar. Bu nedenle Girit, 136 yıl boyunca Arapların işgali altında kalır. Girit adasının en karanlık dönemi bu dönem olarak bilinir.
MS 961 yılında Nikiforos Fokas’ın emrinde bulunan ordu Girit adasını tekrar Bizans’a kazandırır. Adada başkent Handaka’da (Sonradan Heraklia) sıkışan yaklaşık 200.000 civarında Arap öldürülür, bir o kadarı da esir alınır. Bu sırada, daha önce Müslümanlaştırılmış bazı Giritliler tekrar eski dinlerine geri dönerler. Birçoğu da İslâm dininde kalmayı tercih eder. Katliamlar sonucu büyük ölçüde nüfusu azalan Girit’e, başta İstanbul soylularından (Komnenoslardan), Trabzon ve Anadolu’nun değişik yerlerinden olmak üzere, binlerce göçmen aile getirilir. Böylece Girit adasının hem adanın nüfusu artırılır hem de demografik değişimi sağlanır.
Haçlı ordusunun 1204 yılında İstanbul’u ele geçirmesi ve talan etmesiyle, Girit Bizans’ın elinden tekrar çıkar. Adayı her ne kadar Cenevizliler işgal etmiş olsa da, 1211 yılında Venediklilerin eline geçer. Bu tarihten sonra Girit, 440 yıl gibi uzun bir süre Venediklilerin hâkimiyetinde kalır.
I. Murat (Murad Hüdavendigâr) I. Kosova Savaşı (1389) sonrasında savaş alanını gezerken, bir Sırp askeri olan Miloş Obroneviç tarafından hançerlenerek öldürülür. Oğlu I. Beyazıd, Tahta geçer. Sırpları yener ve her yana büyük bir korku salar. Öyle ki, savaş sırasında hızlı davranışı yüzünden kendisine “Yıldırım” lakabı yakıştırılır. Yıldırım’ın korkusu, Bizans’ın her yanına hızla yayılmaya başlar.
Aradan birkaç yıl sonra, Timurlenk (Timur) 1402’de İzmir’i de ele geçirerek halkını kılıçtan geçirir. Öte yandan batı’da destek ve ittifak arayışına çıkmış olan Emmanuil Komnenos, Venediklilerin duruşundan dolayı morali bozuk döner. Bu sırada Trabzon’a varan kötü haberler, halkta korku ve paniğe neden olur. Bu yüzden Trabzon ve çevresinden birçok kişi, Venediklilerden izin alarak Yunan coğrafyasına yerleşmek isterler. Eskiden beri Trabzonlularla iyi ticari ilişkilerinin bulunduğunu bilen Venedikliler, Trabzonluların bu isteğine olumlu yanıt verirler. Böylece, 9 Aralık 1395’te göç edecek Trabzonlulara Girit ve Evia adalarına yerleşmelerine izin verilir. Neticede, 10 Şubat 1414’te, Trabzon ve çevresinden sekiz yüz kadar aile Girit adasının doğusuna gelip yerleşir. Daha sonra Petra (Antik Siteia) ile Zakharinos arasında bulunan düz bir tepede, Trapezontan adında bir şehir kurarlar. Venedikliler o zamanlar bu şehre “Trapezonte” adını vermişler. Ancak ne ilgiçtir ki, huzur ve kurtuluş için anavatanlarından göç ederek Girit’e yerleşen bu Trabzonluları, kötü kaderleri burada da rahat bırakmaz. Barbaros’un ve Sarazenler’in (Sarecenus) 1538-1648 arasında adaya düzenledikleri saldırılar sonucunda, Trabzonluların kurduğu bu şehir yıkılır. Trabzonlulardan bazıları öldürülür, bazıları köle olarak alınır, bazıları da adanın değişik yerlerine dağılırlar.
Girit adası son olarak 1 Aralık 1913 yılında Yunanistan ile birleşerek mevcut Yunan coğrafyasının bir parçası haline geldi.
Trabzonluların şehir kurup yerleşmiş olduğu Girit adasında, 1931 yılında bir çiftçi tarlasını kazarken bulduğu ve Trabzonlulara ait olduğu saptanan tek başlı kartal, Herakleia Müzesine teslim edilmiştir.
Girit adasındaki Trapezunta’dan kalıntılar
Karadenizlilerin Girit’teki yerleşim yeri sadece bu değildir. Burada, Heraklia bölgesinde bir de Kastamonitsa adında bir yerleşim yeri mevcuttur. Buranın ilk sakinlerinin de Kastamonulu oldukları bilinmektedir.
Hazır Girit ve Girit tarihinden söz etmişken, Heraklia’da doğup büyüyen (1395 – 1472) Trabzonlu bir bilim adamından söz etmeden geçmek olmaz. Bu bilim adamı, dönemin Avrupa’sında pek tanınmış bir kişidir. Bu ünlü Trabzonlunun adı, Gerogios Trapezuntios’tur (Trabzonlu Yorgos). Georgios Trapezuntios, Heraklia’nın başpapazından dairesel yazı yazmayı öğrendi. Sonra 1416’da ünlü senatör Francesco Barbaro tarafından İtalya’ya davet edildi. İtalya’da bulunduğu süre içerisinde hem çalıştı hem de Guarino Veronese ve Vittorino da Feltre’den Latince dersleri aldı. 1420’de Venedik vatandaşlığına geçti. 1426’da, kısa bir dönem için Vicenza’da Helence dersler verdi. Daha sonra Papa Eugenius I tarafından Roma’ya davet edildi ve ona Papalığın sekreterlik görevini verdi. Roma’da iken filoloji ve felsefe dersleri verdi. Ünü kısa zamanda İtalyanlar ve tüm Avrupalılar arasında yayıldı. 1427’de tekrar Venedik’e geçerek orada Helence ve Latince dersler verdi. Kısaca, döneminin en ünlü bilim adamı ve yazarlarından biri oldu.
Georgios Trapezuntios, bir ara Fatih Sultan Mehmet ile de yazışmıştı. Bu yazışmalar; Avrupalıların farklı bir toplum olduklarını, Osmanlı tebaasının birbirine benzediğini, Ortodoks Hristiyanlıkla İslâm karışımı yeni bir din icat edilmesi ve böylece farklılıkları ortadan kalkmış bir toplum yaratılabileceği fikrini içeriyordu. Bu yazışmaların bir bölümü o zamanki güvenlik güçleri tarafından ele geçirilmesiyle Trapezuntios bir ara hapse atıldıysa da sonra tekrar serbest bırakıldı. Trabzonlu bu bilim adamı 1472’de Roma’da vefat etti.
Trabzon’un fethinden sonra İstanbul’a götürülen Trabzonlular
Bilindiği üzere, Fatih Trabzon’u fethettikten sonra, saray ahalisinden bazılarını (800 kişi) İstanbul’a götürmek üzere yanına almış. Ayrıca, İstanbul’un daha kozmopolit ve daha rahat yaşanabilir olmasından dolayı, yıllarca bir yığın Karadenizli, ekonomik kaygılarla bu kente göç etmek zorunda kalmıştır. Bunların ikinci ve daha sonraki nesilleri, kendilerini İstanbullu olarak bilmiştir. Bu nedenle, hem Nüfus Mübadelesi öncesi hem de sonrasında bu kentten Yunanistan’a göç etmiş veya ettirilmiş İstanbulluların arasında önemli sayıda Trabzon kökenli mevcuttur.
Karadeniz’den eski SSCB ülkelerine göç
Eski çağlardan beri bütün Karadeniz kıyıları boyunca Helenlerin varlığı söz konusu olduğundan, bu bölgelerle hem ticari hem emek alışverişi sürdürülüyordu. Özellikle Hristiyan nüfus, bu coğrafyada yaşayanlarla aynı din ve mezhebi paylaşıyordu. Bu nedenle, buralar bizim Karadenizliler için kapalı kutu değildi.
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethedince (1453), içlerinde bir yığın aydının da bulunduğu önemli bir kitle, bu şehirden Kafkaslara ve Rusya’ya doğru göç eder. Bu insanların pek çoğu Karadeniz kökenliydi. Dolayısıyla da arlarında pek çok Trabzonlu mevcut idi.
1762 yılında Gürcü çarı Heraklius II, Doğu Karadeniz’de bulunan madencileri, kendi maden ocaklarında çalışmaları için ülkesine davet etti. Bu nedenle, Trabzon ve Gümüşhane çevresinden sekiz yüz ailelik bir göçmen grubunun Gürcistan’ın Akhtala bölgesine gidip yerleştiği bilinmektedir.
Komşu coğrafyaya doğru Karadenizli göçü, Osmanlı-Rus savaşı (1768-74) sonrasında, Osmanlı tımar sahipleri ve derebeylerinin Hristiyan nüfus üzerinde uygulamaya başladığı baskılardan dolayı da yaşanmıştır. Bu göçler, 18 ve 19. yüzyıllarda da devam etmiştir.
Son büyük göç, herkesin de artık bildiği gibi; 1915-23 yıları arasında bütün Anadolu’da, özellikle de Karadeniz’de yaşanan korkunç ve trajik olaylar yüzünden gerçekleşmiştir. Bu göçlerin sonucunda, Ermenistan’dan Kırım’a kadar, eski SSCB ülkelerinde, Karadenizliler tarafından onlarca köy kurulmuştur. Ancak buralara yerleşen Karadenizlilerin önemli bölümü, Stalin zamanında Sibirya’ya kadar sürülmüş, onbinlercesi yollarda çeşitli nedenlerden dolayı can vermiştir. Sibirya’ya göç edenlerin bir bölümü, daha sonra eski yerlerine geri dönerken, bazıları da sağa sola dağılmıştır. Bu nedenle Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, vb. gibi ülkelerde bile halen Trabzonluların ikinci ve üçüncü nesline rastlamak mümkündür.
Karadenizlilerin eski SSCB ülkelerinde en yoğun yerleştikleri bölge ve yerleşim yerlerinden bazıları; Stavropol, Krasnodar, Novorosisk, Odesa, Nikolaev, Krimea, Armavir, Gelincik, Soçi, Dağkestan, Terek, Kumban, Sohum, Essentuki, Kursavka, Mineralnye, Vladikavkaz, Tsalka, Tbilisi, Atzaria, Abkhazia, Sokhumi, vb. gibidir. Buralara yerleşen Karadenizlilerin toplam nüfusu, SSCB dağılmadan önce yaklaşık 655.000 civarında hesaplanıyordu. Sovyetlerin dağılışından sonra çıkan bağımsızlık talepleri ve bu doğrultuda çıkan sürtüşmeler, savaşlar sonucunda, özellikle 1989 yılından sonra bu sayının yarısından fazlası Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmıştır.
İstanbul’a göç eden Trabzonlular
Binyıllardır hem Trabzon’dan İstanbul, hem İstanbul’dan Trabzon’a sürekli olarak bir git-gel yaşanmış olsa da, artık son zamanlarda sadece Trabzon’dan İstanbul’a doğru göç yaşanmaktadır. Bu kentte önemli ölçüde Karadeniz nüfusu mevcuttur. Ayrıca, toplu yaşadıkları yerleşim bölgeleri de bulunmaktadır. Eskiden göç edenler, gittikleri yerde yerli halk ile dışarıdan gelenler arasında zaman içinde erirdi. Bugün baktığımızda, buraya yerleşen Trabzonluların ancak ikinci ve en fazla üçüncü nesli Trabzon ile halen ilişkisini koruyabilmektedir.
Lozan Nüfus Antlaşması sonucu Yunanistan’a sürülen Trabzonlular
Lozan Antlaşması, dinsel temelde zorunlu nüfus mübadelesini içeriyordu. Bu doğrultuda, Yunanistan’daki Müslümanlar (Etnisitesi ne olursa olsun) Türkiye’ye, Türkiye’de bulunan Rum Hristiyanlar da Yunanistan’a göç ettirildiler.
Türkiye’ye göç eden Müslümanlar genelde Ege sahillerine yerleştirilirken, Yunanistan’a göç eden Karadenizliler, bu coğrafyanın Kuzey bölümünde kalan Makedonya bölgesinde bulunan Serres, Kilkis, Drama, Selanik gibi yerleşim alanlarına yerleştirildiler. Genelde dağlık bölgelere yerleştirilen bu insanların bir bölümü, dönemin kıtlık şartlarına fazla dayanamadılar. Şehirlere doğru göç ettiler.
Ardından 1943’de Alman işgali yaşandı. Yunanistan’da yaşayan Karadenizliler, kendilerini bir gölge gibi izleyen kötü kaderden kurtulamadı. Almanlara karşı en ciddi direniş, Karadenizliler ve Anadolu’dan gelen göçmenler tarafından gösterildi. Bu sırada önemli kayıplar da verdiler.
Daha sonraları, kendisine iş ve aş bulmakta zorluk çeken bir yığın Karadenizli, zamanla buralardan da göç ederek, Avrupa, Amerika, Avustralya ve Kanada gibi çok uzak ve yabancı ellere gidip yerleşmek zorunda kaldı.
Bugün açısından bu ülkelerin başkentleri ve önemli şehirlerinde Karadeniz diasporasının önemli karakolları mevcuttur. Vatanından uzak yerlerde yaşayan bu insanların ikinci ve üçüncü nesli, kendi geçmişine ait kültürel yapısını, gelenek ve göreneğini, kurduğu dernek, vakıf, vb. gibi kurum ve kuruluşlarla devam ettirmeye çalışmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri ile Kanada’da New York, New Jersey, Boston, Chicago, Philadelphia, Canton, Lakewood, Montreal, Toronto, vb. gibi şehirlerinde dernekler ve bu derneklerin bir de federasyonu mevcuttur. Avrupa’da ise Berlin, Duesseldorf, Waiblingen, Nurnberg, Lüdenscheid, Strasburg, Paris, Kopenhag, Brüksel, Köln, Schorndorf, Stokholm, vb. gibi şehirlerde dernekleri ve Avrupa genelinde bir de federasyonları vardır.
Yunanistan’ın Güney kısmında bulunan Karadenizliler, her ne kadar adalar ve Mora Yarımadası’nda bulunan şehirlere az sayıda dağılmış olsalar da, genelde Atina ve çevresinde önemli yerleşim birimleri oluşturmuşlar. Bu yerleşim bölgelerinden bazıları başta Menidi, Kalithea, Sürmena, Aspropirğos, vb. Özellikle Menidi bölgesi, son olarak eski SSCB ülkelerinden gelen Karadenizlilerin neredeyse işgal ettiği bölgelerden biri durumundadır. Sokaklarında Karadeniz Rumcasını güncel olarak duymak mümkündür.
Ayrıca, eski Sovyet ülkelerinden gelen Karadenizlilerden, bir kısmı Güney Kıbrıs’a da yerleştirildi. Orada da epey sayıda bir karadenizli nüfus mevcuttur. Bunların çoğu da Trabzonludur.
Günümüzde, Yunanistan genelinde yaklaşık olarak 400 civarında dernekleri ve Kuzey ve Güney ayrı olmak üzere iki adet de federasyonları bulunmaktadır. Yunanistan’daki toplam nüfusları da yaklaşık olarak 1,5 ile 2 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Özellikle Selanik kentinde ise, sokakta dolaşanların en az beşte biri Karadenizlidir ve bunların da önemli bir kısmı Trabzonludur.
Van, Hatay, İmroz, Kıbrıs, vb. yerlere göç ettirilen Trabzonlular
Bilindiği üzere, 1947 yılında Trabzon’un Sürmene ilçesinden İmroz adasına epeyce aile göç ettirildi.
Trabzon’un Çaykara İlçesinde 1965 yılında meydana gelen bir sel felaketi nedeniyle, Van’ın Özalp İlçesi’nin Emek ve Dönerdere Köylerine epey sayıda Çaykaralı yerleştirildi. Aynı yıllarda yine Çaykara civarından (Zeno, Fotinos, Siros gibi köylerden), Hatay’ın Kırıkhan İlçesine yerleştirilen aileler mevcuttur. Sel ve heyelan gerekçesiyle, 1973’te Çaykara İlçesinden epey bir nüfus alınarak, tekrar İmroz adasına götürülüp yerleştiridi. 1974 Kıbrıs savaşı sonrası yine Çaykara boğazından oraya göçmen olarak gönderilen önemli sayıda aileler mevcuttur. Bu ailelerin önemli bir kısmı Omorfo (Güzelyurt) portakal bahçelerinde çalışmaya giderler. Portakal toplama zamanında Omorfo’daki Portakal bahçelerine gidilse, kesinlikle Çaykaralı delikanlılara, genç kız ve gelinlere rastlanabilir.
Çaykaralı gömenler
Türkiye’den Almanya’ya işçi olarak göç eden Trabzonlular
1960 sonrası Türkiye’den Almanya’ya ve daha sonra tüm Avrupa’ya yayılan işçi göçmenler arasında Trabzonluların yeri azımsanamaz. Neredeyse Trabzon kırsalında bulunan bütün köylerde yaşayan ailelerin bir veya birkaç üyesi, genelde Almanya ve Fransa’ya gurbetçi olarak gitmiştir. Köylüler arasında bu gurbetçiler “Alamancı” olarak anılırdı. Bu göçmenlerin ikinci ve üçüncü nesli artık yavaş yavaş vatanıyla ilgisini azaltmış olsa da, halen bir aidiyetleri mevcuttur.
Almanya’da göçmenler
Yukarıda izlerini sürmeye çalıştığımız Trabzonluların sağa sola ne kadar dağıldıklarını gördük. Bu çerçeveden baktığımızda “Her Yer Trabzon” gibi durmuyor mu? Bir zamanlar Moskova Belediye Bakanı Karadeniz kökenli olan Gavril Popof’un “Her üç Rustan birisinin kanında Helen kanı mevcuttur” dediği gibi; ben de “Yunanistan’da her üç kişiden birinde Karadenizli kanı mevcuttur” desem abartmış olur muyum?
Buraya kadar Trabzonluların izini süremeye çalıştım. Ancak bir gerçek var o da şu; ben Trabzonluların izini sürerken, uzun bir tarih ve koca bir dünya içinde kayboldum… Makalenin devamını okumak için lütfen linke tıklayınız
Kaynak: Yazan: Vahit TURSUN l Romayika