Kapkara bir yas kaldı geriye – Seyhan Ürek
Biz, 6 kız 4 erkek kardeşiz. Salih ailedeki 2. erkek çocuktu. Çocuk yaşına rağmen evin birçok işini o yapardı. Hayvanların bakımı çoğunlukla ondaydı, evin tedariklerini o giderirdi. Lise öğrencisiydi. Salih futbolu çok severdi. Güzel bir üniversiteyi kazanmak istiyordu. Katledilmeseydi bir yıl sonra üniversite sınavına girecekti.
Kapkara bir yas kaldı geriye
Roboskî’de 2920 gün önce katledilen 34 kişi arasında yer alan 17 çocuktan biriydi Salih Ürek. 10 kardeşin 4. olan 16 yaşındaki Salih, lise son sınıf öğrencisiydi. Ablası Seyhan Ürek, aradan geçen 8 yıla rağmen acılarının taptaze olduğunu söyleyerek, “Salih büyüyemedi. Onsuzlukla büyüyen bir şey var elbette. Katledildiği günden beridir bize kalan acılar” diyor.
Seyhan, kardeşi Salih’i anlatırken aslında Roboskî’de katledilen 34 canın ailesinin acılarına da tercüman oluyor:
Lise öğrencisiydi
Biz, 6 kız 4 erkek kardeşiz. Salih ailedeki 2. erkek çocuktu. Çocuk yaşına rağmen evin birçok işini o yapardı. Hayvanların bakımı çoğunlukla ondaydı, evin tedariklerini o giderirdi. Lise öğrencisiydi. Salih futbolu çok severdi. Güzel bir üniversiteyi kazanmak istiyordu. Katledilmeseydi bir yıl sonra üniversite sınavına girecekti.
Kahkahası yarım kaldı
Çok merhametliydi ve saygılıydı. Tek birimizin kalbini kırdığını hatırlamıyorum. Babamın da göz bebeğiydi. Babam el üstünde tutardı Salih’i. Çok zekiydi. Temiz bir kalbi vardı, vicdanı o temiz kalbinin eseriydi. Vicdanın öldüğü bu çağda vicdanlı olmak çok büyük bir yük olmalıydı onun için. Bir defa bile bir hayvana eziyet ettiğini görmedim. Çok naifti. Kahkahasını mesela asla unutamıyorum.
Salih büyüyemedi
Yaşıtları okullarını bitirdi, kimisi evlendi, kimi işe başladı, kimisinin çocuğu oldu ama Salih büyüyemedi. Onsuzlukla büyüyen bir şey var elbette. Katledildiği günden beridir bize kalan acılar büyüdü.
Kardeşim hakkında ne anlatsam, eksik kalacaktır. Sayfalarca kitap yazsam anlatamam onu ve onsuzluktan geriye kalan acıyı. Biz o acı ile boğuşurken üç gün sonra yılbaşı kutlamaları yapıldı Türkiye’de. Ülkenin bir yanı yas tutarken, diğer yanında ise herkes eğleniyordu. Çünkü ölen Kürt, öldürülen Kürt’tü. Öldürülen Kürtse sebebini soran olmazdı.
Doğduğu zamanı dün gibi hatırlıyorum. Gördüğüm en güzel bebekti. Yürümeye başladığı gün gözlerimin önünde hala. Sonsuza kadar da silinmeyecek hafızamdan.
Annesiyle son diyaloğu
O malum olay yaşandığında ben İstanbul’daydım. Evliydim ve İstanbul’da yaşıyordum. Katledildikleri geceyi annem anlattı bana. Aktaracaklarım annemin cümleleridir.
Salih’in kaçağa gittiği gün babam evde değilmiş. Anneme köylülerin kaçağa gittiğini ve kendisinin de gitmek istediğini söylemiş. Annem ve Kerem dayım gitmesine engel olmak istemişler ama ikna edememişler. Bunun üzerine annem babamı arıyor, “Salih kaçağa gideceğini söylüyor. Gitmesini istemiyorum ikna et gitmesin” diyor. Salih anneme, “Kimse gitmese bile katırımı alıp tek başıma gideceğim” diyor. Elinde bir mandalina varmış. Soyduğu mandalinadan bir dilimi anneme veriyor ve “babama gitti bile dersin” demiş. Acele ile çıkıp gitmiş. Annemle son görüşmesi böyle oldu.
Askerler yollarını kesti
Bizim oralarda kaçağa gitmek, pazarda su veya limon satmak gibi bir şeydi. Dedelerimizden beridir burada yaşayanların tek geçim kaynağıydı kaçakçılık. Son derece olağan bir geçim kaynağıydı. Öldürülmek asla ihtimal dahilinde değildi. Kimsenin aklından öldürülmek geçmezdi.
O akşam annem diğer gün ekmek yapmak için hamur yoğurmaya başlamış. Kapı çalıyor, annem kapıyı açtığında Sait amca ile karşılaşıyor. Sait amca (Yaralı kurtulan Hasan Ürek’in babası) anneme, “Askerler çocukların yolunu kesmişler” diyor. Annem hamuru bırakıp, telefondan Salih’i arıyor. Telefonu kaçağa birlikte gittiği Hasan açıyor. Annem Hasan’a “Oğlum yüklerinizi bırakın gelin. Askerler size bir şey yapmazlar. Askerlere teslim olun. Biz gelip alacağız sizi” diyor. Hasan o an etrafa dağılan katırları topluyormuş. Telefon bağlantısı sürekli kesiliyormuş. Bir süre sonra ise telefon tamamen kapanmış.
Kimse sağ kalmadı!
Aradan çok kısa süre geçmeden hava saldırısı başlıyor. Annem ayağında terlikler, elinde Salih’in okulda giydiği kabanı, yola koyuluyor. Benzinliğe geldiğinde Servet Encu ile birisinin konuşmalarını duyuyor. Adam, “Servet kazma, kürek, battaniye alın acele gelin. Kimse sağ kalmadı” demiş. Kemiklere işleyen bir soğuk var o gece. Roboskî’de dağları, taşları inleten bir feryat gökyüzüne yükselmiş.
Televizyonda alt yazı geçiyordu
İstanbul’da işten eve gelmiştim o gün. Çok yorgundum, geldiğim gibi uyumuştum. Saat kaçtı tam hatırlamıyorum, uyandım ve TV’yi açtım. Televizyonda bir katliamdan bahsediliyordu. O kadar çok katliam vardı ki, haberde bahsedilen katliamın önceden gerçekleşen bir katliam olduğunu sandım ilkin. Sonra altyazılar dikkatimi çekti. İnsanların isimleri yazılıyordu. Birden “bunlar bizimkiler” dedim. Salih’i aradım acele ile ama telefonu kapalıydı. Annemi, babamı aradım kimseye ulaşamadım. En son amcamın oğlunu aradım. Telefonu açtı ve “Salih yaralı, korkma” dedi. Anladım ki Salih ölmüştü. O anda yere yığıldım, kendimi kaybetmiştim. Çığlıklar içinde ağlıyordum. Sesimi duyan komşular toplandı başıma.
Yol bitmiyordu, çok zordu
İstanbul’dan Roboskî’ye gitmek için geceden yola düştük. Yol bitmiyordu. Çok zordu, çok zor anlardı. Köye vardığımızda, 34 tabutu sırtlamış mahşeri bir kalabalık, feryat, figan ile yürüyordu. Her tabutun üstüne isimler yazılıydı. Kardeşimin tabutunu öyle tanıdım.
Failleri biliyoruz
Katliamın failleri ortaya çıkmadı. Tam tersine, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, “Kaçakçı mı terörist mi belli değil” diyerek meşrulaştırmaya çalışmıştı. Faillerin kim olduğunu biliyoruz zaten. Bu katliam, emir komuta zinciri dahilinde gerçekleştirildi. Katliamı yapanlar belli ama yargılanan yok. Tam tersine, katledilenlerin aileleri olarak bizler yargılandık. “Roboskî’nin failleri yargılansın” diyen öğrenciler tutuklandı. Eğer Roboskî Katliamı’nın failleri yargılansaydı, sonrasında gerçekleşen Ankara Gar Katliamı, Suruç Katliamı gerçekleşmezdi. Bizler biliyoruz; Zilan, Koçgiri, Dersim, Maraş, Sivas katliamları neden yapıldıysa, Roboskî Katliamı da bundan dolayı yapıldı.
İnsanlık 34 kez öldürüldü
Allah nezdinde masum bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmekle eşdeğerdir. Bir gecede 34 masum cana kıydılar. Yani insanlık Roboskî’de 34 defa öldürüldü.
Bir yakınını katliamda kaybetmek nasıl bir duygu biliyor musunuz? Kaybettiğiniz her aklınıza geldiğinde bıçak saplanıyor kalbinize. Kalbiniz cam kesikleriyle dolar ve her aldığınız nefesle birlikte cam parçaları kalbinize batar. Öyle ki yaşama dair hiç umudunuz kalmıyor. “Yıllar geçecek ve en azından bu acı geçecek” diye düşünürsünüz ama asla geçmiyor. Sekiz yıl geçti. Bir komşumuzun, tanıdığımızın ölüm törenine katıldığımda ilkin kardeşim aklıma geliyor. İlkin kardeşime ağlıyorum. Kardeşim, kuzenlerim, komşularım bir gecede alındı yaşamımızdan.
Annem birden yaşlandı
Annem 50’sinde değil daha. Annem birden yaşlandı. Bir gün olsun avunamadı. Düğünü, bayramı kendisine haram kıldı. Yaşına göre çok daha hızlıca ihtiyarladı. Renklerimizi aldılar, sevincimizi. Herşeyimizi bir gecede elimizden aldılar. Kapkara bir yas kaldı bize sadece.
Korku imparatorluğu inşa ettiler
Sınır dedikleri şeyi kendileri çizdiler. Sınırın diğer tarafında akrabalarımız var. İnsanlarımız bir parça ekmeğe muhtaç edildi. Korku imparatorluğu inşa ettiler. Koruculuk zorunlu kılındı. Dağlara mayın ektiler, ormanlarımız yakıldı. Hayvancılık yok edildi. Tek geçim kaynağımız sınır ticaretiydi, onun da bedelini çok ağır ödettiler.
Bir çift ayakkabı parasıydı
Katır sırtında getirilen bir yük mazot 100 lira ancak bırakıyordu. Katır başkasına ait ise kalan 50 TL’ydi. Onunla da bir çift ayakkabı alınmıyordu bile. Kaçakçılık diyorlar. Bu ülkede kimin ne kaçırdığını hepimiz biliyoruz. Kürt’ün kazandığı 50 TL. sadece. Milyonları kaçıranlar yargılanmazken, ses çıkarılmazken biz Kürtlere ölüm, katliam hak görüldü. Roboskî Katliamı ile sırtım kırıldı, Cizre ile kolum kanadım. Bu katliam ve diğerlerine baktığımda şunu anladım; öldürülen Kürt ise soran olmaz, öldürülen Kürt ise herkes susar…
BARIŞ BALSEÇER/Y. ÖZGÜR POLİTİKA