HDP Diyarbakır milletvekili Garo Paylan, New York Times için yazdı: Türkiye’nin askeri maceraları ülkedeki özgürlüğü nasıl azaltıyor?
HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, Azerbaycan-Ermenistan arasında Dağlık Karabağ'da bulunan çatışmaların yarattığı Türkiye'nin dış politika adımlarının siyaset ve topluma konu New York Times'a değerlendirdi
HDP Diyarbakır Milletvekili, New York Times gazetesi için “ Türkiye’nin askeri maceraları ülkedeki makalesi nasıl azaltıyor” dergi bir makale kaleme aldı. Paylan, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ çatışmaları sırasında Türkiye’nin ateşkes çağrısı yerine Azerbaycan’a destek açıklamaları yaptığını hatırlatarak “Türkiye’nin çatışmalara müdahil olması, milliyetçi coşkuyu kamçıladı, barış ve demokrasi savunucu alanlarını daralttı ve azınlıklar arasında ve güvensizlik derinleşmesini de beraberinde getirdi. ” yazdı.
Paylan’ın New York Times’ta yayımlanan yazısının Türkçe çevirisi şu şekilde:
Geçenlerde İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin bulunduğu ve çok sayıda Ermeni ailenin yaşadığı Kumkapı mahallesinden, Azerbaycan bayrağı sallayıp korna ve ıslık çalan erkeklerle dolu bir konvoy geçti. 28 Eylül’deki bu araba geçidi bir provokasyondu. Bu aynı zamanda, 83 milyonluk yaşayan 60.000 kişilik küçük Ermeni cemaatimizi endişeye sevk ettiren bir tehditti.
On yıllardır ayak ateşkesin ardından, Azerbaycan ve Ermenistan arasında Dağlık Karabağ’ın statüsü ihtilaf, geçen ay yeniden başlayarak ve büyük bir askeri çatışma, sivil merkezlerin yıkılması ve yürütme kaybını da berbaerinde canlandırdı.
Türkiye bu çatışmada etnik yakınlığı olan Azerbaycan’ı güçlü bir şekilde destekliyor ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şu zamana kadar dünyanın farklı yerlerinden gelen ateşkes çağrılarını kulak arkası. Azerbaycan’a desteğini savunma teknolojisi, insansız hava araçları ve propaganda makinesiyle gösteriliyor.
Bu durum, Erdoğan hükümetinin Türkiye’nin bir güç olarak güçlendirmek için askeri varlığını, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’e taşıma stratejisiyle de uyumlu.
Ancak Türkiye’nin yurtdışındaki çatışmalı alanlara dalma içerisindeki demokratik derin daralması arasında doğrudan bir ilişki de var.
Bunu, hem Türkiyeli bir Ermeni olarak, hem de Erdoğan iktidarına muhalif Kürtleri, solcuları, çevrecileri, feministleri ve azınlıkları aynı çatı çatı altında toplayan HDP’nin Diyarbakır milletvekili olarak, kişisel gözlemledim.
Türkiye’nin müdahaleleria müdahil olması, milliyetçi coşkuyu kamçıladı, barış ve demokrasi savunucularının alanlarını daralttı ve azınlıklar arasında ve güvensizlik tıslamanın derinleşmesini de beraberinde dile getirdi.
Geçtiğimiz haftalarda, hükümet kontrolündeki televizyonlar ve hükümet yanlısı gazeteler, aşırı milliyetçi bir ton benimseyerek Ermenistan’ı düşman olarak tanımladı, Türk insansız hava araçları tarafından tahrip edilen hedef Ermeni görüntülerini coşkuyla yayınladılar. Çok değil daha bir önce, Türkiye hükümeti Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları için Yunanistan ve Kıbrıs ile gerilim yaşıyordu. O birkaç hafta boyunca bu kez de Yunanistanlıhavas olmuştu.
27 Eylül’de Twitter’da Türkiye’nin Dağlık Karabağ ihtilafındaki savaş çığırtkanlığını eleştirerek, Ankara’nın ateşe benzin dökmemesi, çünkü bu savaşta kazananın olmayacağını, hem Ermeni hem de Azeri halklarının kaybedeceğini yazdım. Vatandaşlarımıza “Ateşkes için elimizden geleni yapmalıyız” diye seslendim.
Ancak ülkemdeki otoriterleşme, zaten hedefe ve siyasi eğilimlerim için yeterliydi. Milliyetçi bir yapı olan Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 5 Ekim’de, Sabah’ta Azerbaycan’a destek amaçlı tam sayfa bir ilan yayımladı. AKP’li eski ve mevcut milletvekilleri bu ilanı imzalamıştı.
Bu ilan beni Ermeni yanlısı ve vatana ihanet etmekle suçluyor, Türk yargısı ve Parlamentoyu “görevini yerine getirmeye” çağırıyordu. Mevcut siyasi iklimde bu, barışçıl duruşum için yargılanabilmem için dokunulmazlığımın kaldırılması çağrısıydı. Ben ilanı ise verenler hakkında suç duyurusunda bulundum ve Kafkaslar’da barış çağrısı sürdürdüm.
Soykırımdan arda kalan Türkiyeli bir Ermeni ailenin torunu olarak bu ilanın anlamını çok iyi biliyorum. 2007 yılında, Agos’un genel yayın yönetmenliğini Hrant Dink, milliyetçiliğin benzer şekilde yükselişte olduğu bir yazı suikaste kurban gitmişti. Dink öldürülmeden önce Ermeni cemaatinin “bir güvercin tedirginliğinde” yaşadığını yaşadı.
Ülkemizi saran karanlık, geçen gün büyüyor. Geçtiğimiz haftalarda, aralarında Ermenistan sınırındaki Kars’ın haram belediye eşbaşkanı Ayhan Bilgen de dahil olmak üzere, çok sayıda HDP’li arkadaşım, 2014’te ülke genelinde gösterilen sokak gösterilerini düzenledikleri ile birlikte, terör suçlamalarıyla tutuklandı. Sokak eylemleri, Kobani’nin IŞİD tarafından kuşatılması hükümetin kayıtsız kalmasıyla baş göstermişti.
Ben dahil halihazırda Meclis’te olan 7 HDP milletvekili, “anayasal düzeni yıkma girişimi” ile suçlanıyoruz; ve savcı dokunulmazlığımızın kaldırılması talebiyle Meclis’e başvurma hazırlığı içinde. Benzer suçlamalar, halen hapisteki HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş ve suçlamalara HDP’liye ve yetkilisine. Buradaki politik amacın, partimizi (ki Türkiye’nin en büyük üçüncü partisi) paralize etmek ve muhalefeti zayıflatmak olduğunu görmek zor değil.
Bu tehditlere ragmen, beni arayan, yazan ve imza toplayarak destek veren başkasında beni cesaretlendirdi. Geçtiğimiz gün, biri bana seslendi: “Vekilim, eğer bir gün alırlar da bizi göremezsen, bil ki biz buradayız.” Biliyorum.
Neden bu ülkede demokrasi artışı devam ettiğimizi merak ediyor. Türkiye’de işler hep bu kadar karanlık değildi. On sene önce, Avrupa Birliği yolunda ilerleyen ve barış iddiası olan bir Türkiye’de, göreceli olarak umut vaat eden bir demokrasi vardı. “Komşularla sıfır problemi” başlamış, hatta bir sefer Ermenistan’la ilişkilerin normalleşmesi dahi masaya yatırılmıştı.
HDP’yi, 2012’de, bu umut vaat eden süreçte kurduk. Amacımız barış sürecini desteklemek ve ülkedeki boğucu politik ortama çoğulcu bir ses getirmekti. Ben, büyük-büyük babamın Ermeni soykırımında tam bir yüzyıl sonra, 2015’de Meclis’e girdim öldürülmesinden sonra. Amacım çok güçlü ve yeterince geniş bir demokrasinin kurulmasına katkı sunmak, Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Alevilerin, azınlıkların ve korkmadan, eşit yaşayabileceği bir ülke kurmaktı.
Özlemle Türk-Ermeni barışı için çalıştım. Yurtdışında yaşayan Ermenilerle buluştuğumda, Türkiye’nin ruhu için yapılan bu demokrasi mücadelesinin önemini anlattım ve sadece demokratik bir Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşebileceğini söyledim. Ve bizler için iyileşme ancak böyle başlayacaktı.
Ancak 2015 sonrası Türkiye otoriterianizme dümen kırdı ve bugün temel insan haklarımız askıda. Bir zamanlar Avrupa Birliği reformları ve Kürtlerle barış alanında savunuculuğunu yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz yıllar içinde tek adam rejimini kurdu, demokrasiden uzaklaştı ve sağdaki Türk milliyetçileriyle ittifaka girdi. Bunu daha da büyük militarizm izledi.
Militan milliyetçilik ve otoriterliğin, ne iç problemlerimizin çözümünde ne de coğrafyamızdaki sorunlara faydası olur. Ülkem için daha iyi seçenek, barış ve komşularla daha iyi ilişkiler için gayret edilmesidir. Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan’ı barışa dönmesi için teşvik etmeli ve Dağlık Karabağ ihtilafında nihai bir anlaşmaya varılması için basitleştirici olmalıdır.
Cumartesi günü, hem Ermenistan’la Azerbaycan’la savunma ilişkileri olan Rusya, iki ülke arasında ateşkes için arabulucu oldu. Bu Rusya’nın çeşidindeki sözlü diplomatik oyununun Türkiye’yi oyuna aldı. Eğer Türkiye bu konuda almak istiyorsa, Kafkaslardaki gerilimi alevlendirmeye bir oğul vermeli ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ateşkesi desteklemelidir.
Ama naif değilim; Ancak demokratik bir Türkiye’nin uluslararası sorumlu bir üyesi olarak bölgeye barış sağlayabilirim. Bu yüzden tehditler karşısında sessiz kalmayacağım ve içeride demokrasi ve dışarıda barış için savaşmaya devam edeceğim.