PONTOS’UN YİTİK ÇOCUĞU SAMSUNLU NİKOLA

"Hayatına son vermeye karar verdiğinde bütün ailesini kaybetmiş, tek başına yaşamaya direnecek gücü kalmamıştı Nikola’nın. Bir süre çalıştığı kahveden kazanıp biriktidiği parası ile son dileği olarak yoğurt, ekmek, Samsun’un meşhur saraylı tatlısı ve kadayıf aldı kendine. Sonra bir köprü altına giderek içti zehiri."

Tamer Çilingir

10 yaşında bir çocuk nasıl intiharı düşünür? Öyle bir zulme tanık oldu ki 100 yıl önce Pontos toprakları 10 yaşındaki çocuklar intihara teşebbüs edecek kadar yaşamaktan vazgeçtiler…

Hayatına son vermeye karar verdiğinde bütün ailesini kaybetmiş, tek başına yaşamaya direnecek gücü kalmamıştı Nikola’nın. Bir süre çalıştığı kahveden kazanıp biriktidiği parası ile son dileği olarak yoğurt, ekmek, Samsun’un meşhur saraylı tatlısı ve kadayıf aldı kendine. Sonra bir köprü altına giderek içti zehiri. İlk sancılar tuttuğunda kusmaya başladı. Üç gün yarı koma halinde o köprünün altında yattı.
Bir Müslüman kadının yemesi için ona sulu makarna ve gelip geçen insanların içmesi için kendisine su verdiklerini hatırlıyor Nikola. Bir de bazılarının suratını ıslatıp kendisine gelmesi için çabaladıklarını.
Yedinci gündü, güneş yüzünü kavuruyordu ki bazı sesler duydu: ’’Yunanistan’a gidiyoruz!..’’
Gözlerini açtı ve ’’Niko yaşayacaksın’’ dedi kendi kendine.

O küçücük yüreği dayanamamıştı olan bitene ama işte bir umut ışığı doğmuştu içine: Yunanistan’a gitmek.
Tarih 1922 idi. Yani henüz Mübadele Anlaşması yürürlükte değildi. Mübadele Anlaşması 1923 yılının 24 Temmuz’unda Lozan’da karar altına alınacaktı. Ve Pontoslu Rumlar, üçbin yıllık topraklarından zorunlu sürgün edilecekti.

’’ELBET BİZE DE FIRSAT VERİLECEK’’
Daha Mübadele Anlaşması imzalanmamışken, 1922 yılında Samsun’daki Rum-Amerikan yetimhanesindeki çocuklar gemilerle Yunanistan’a götürülmekteydi. Yetimhanede anne baba ve yakınları katledilmiş çocuklar kalmaktaydı.
Nikola da daha önce bu yetimhanede bir süre kalır ama daha sonra kaçar. Bulduğu yaşına göre ağır her işte çalışır, tarla, sokak demeden bulduğu her yerde geceler.
1921 yılının sonlarında ise Müslümanların gidip geldiği bir kahvede çalışmaya başlar. Garsonluk yaparken bir müşteri ona sataşarak dalga geçmeye başlar; ’’seni bir gün öldüreceğim’’ der.
Gözlerinin içine bakar müşterinin ve Rumca bir küfür savurur. Nikola’yı tuttuğu gibi dışarı fırlatan adama, kendine gelir gelmez, kanlar içinde Türkçe yanıt verir Nikola: ’’Elbet bize de fırsat verilecek’’
Patronu Nikola’yı kenara çekerek, ’’Ne yaptın be oğul! Şimdi buradan hemen ayrılman gerek. Zira seni öldürmek için peşine adam koyacak’’ der.
Umutsuz ve hayalkırıklığı içinde öldürülecek korkusu için oradan ayrılır Nikola.
Bir ara dağa çıkıp gerillalarla yaşar, yaşı küçük olduğu için gerillalar onu şehre; Samsun’a geri yollarlar.
İntihar etmeye karar vermesinden kısa bir süre önce ise bitlenir. O yıllarda bitlenmiş kişilere cüzzamlı mumamelesi yapılmaktadır.
Peki neden bir çocuk, daha henüz 10 yaşında iken ölmeye karar versin ki?

NEREDE TEKERLEK VARSA ORDA YOL VARDIR

Öldüğü 2005 yılına kadar sık sık ingilizce olarak ’’Nerede tekerlek varsa orada yol vardır’’ atasözünü mırıldanan Nikola Paltoğlu 1910 yılında Samsun’a bağlı Kadıköy’de dünyaya gelir. Nikolanın dedesinin babası postacıdır. Mektupları yetiştirmek için at arabasıyla balta gibi koştuğu için köylüler ’’Deli Balta’’geldi diye bağırışlarmış. Bu yüzden ailenin lakabı Delibalta’dır.
Nikola’nın babası Eftimis terzilik yapmaktadır. Annesi İsaia , kardeşleri Pelagia (1912 doğumlu) ve Dimitri (1916 doğumlu) ile birlikte yaşayan Nikola 1913 yılında ailesi birlikte Kadıköy’den Keprişli köyüne taşınır.
Bu sırada Osmanlı, 1.Dünya Savaşı’na Almanların safında katıldığında, bu savaşta taraf olmayı ve asker olarak bu savaşa katılmayı reddeden Pontoslu Rumlar, iktidardaki İttihatçıların hedefidirler. Zaten Balkan Savaşı’nı kaybettikten sonra yeni bir burjuva devleti inşası için Müslüman olmayan ulusları imha projesini devreye sokan İttihat ve Terakki yönetcileri, hem Rumlara, hem Süryanilere, hem Yahudilere yönelik sürgün ve imha operasyonları düzenlerken, 1915 yılında 1,5 milyon Ermeni’yi katletmiştir.

Karadeniz’de Ermenilere yönelik planlı katliamlar, Rumların gözü önünde cereyan eder. Rumlar o güne kadar sürgün, tehdit ve bir çok yerde katliamlara maruz kalmış olsalar da, henüz Ermeniler gibi toptan imha ile karşı karşıya değillerdir 1916 yılına kadar. Ama artık sıranın kendilerine geldiğinin farkındadırlar.
Rumlara ait evlere askerler baskınlar düzenlemektedir. Annesi İsaia kendi evlerinin de basılacağını anladığı için eşine haber vermek için telaşla eşinin şehir merkezindeki terzi dükkanına koşturur.
Pelagia’nın babası, Pontos’taki bir çok erkek gibi, can güvenlikleri olmadığı için dağa çıkar. Bu arada olan bitene yüreği dayanamayan İsaia ise hayatını kaybeder.
’’Annem çok güzeldi. Can çekişirken çocuklarını görmek istemişti. Ninemiz annemin başucuna beni, Pelagia’yı ve Dimitri’yi getirmişti. O zorlukla gözlerini açmış ve bize şöyle bir bakmıştı. O bakışı hiç bir zaman unutmayacağım’’ der Nikola o günleri hatırlarken.
Babası Eftimis artık gerilladır. Zaman zaman çocuklarını görmek için gizlice köye gelse de bu süre çok kısıtılıdır. Eşinin ölümünde cenazesine gelme fırsatı bulamaz örneğin. Üstelik bu durum onun için de tehlikelidir. Cenazeden birkaç gün sonra Eftimis yine köye inmiştir. Nikola o günü şöyle anlatır:
’’Babamı, annemin mezarı üzerinde ağlarken ve tırnakları ile toprağı eşelerken gördüm. Çok duygulu bir andı. Bir daha babamı bu vaziyette görmedim’’

PAROLA: ’’TUZSUZ EKMEK YEDİK’’ , SÜRGÜN BAŞLIYOR

Bu tarihten itibaren Nikola ve kardeşlerine babaanneleri Sultana bakar. Güçlü bir Pontos kadınıdır Sultana. Çocukları yanına alıp Kadıköy’e döner.
1916 Noel Bayramı’ndan iki gün sonra köy askerler tarafından kuşatılır ve köy sakinlerine sadece nüfus sayımı yapılacağı, endişe etmemeleri gerektiği söylenir.
Köylüler köy meydanına toplanırlar. Vali, köy papazına eğilerek, ’’Papaz efendi tuzsuz ekmek yedik’’ der. Bu cümle sürgünün başlangıç parolasıdır.

BEYAZ ÖLÜM
Tirebolu’dan Bafra, Samsun ve Sinop’a kadar olan bölgede yaşayan Rum halkın 50 km. Güneye çekilmesi kararını verenler 1916 yılının Aralık ayının adını ÖLÜM’e yazdırdılar…

Onlar, bu topraklarda tek bir Hristiyan kalmayıncaya dek, her türlü vahşeti uygulamaya yemin etmiş, Osmanlı’nın bürokrat, asker ve ’’aydın’’larından oluşuyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti adlı örgütlenme altında, gizli teşkilatları Teşkilat-ı Mahsusa ile birlikte 1918 yılına kadar, 1,5 milyonu Ermeni, 250 bini Süryani, 150 bini Rum olmak üzere, 1.850.000 insanı katlederek, 1.Emperyalist Paylaşım Savaşı istatistiklerinde en çok sivilin öldüğü ülkeler sıralamasında birinci olma başarısını göstereceklerdi. Osmanlı’nın 1.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda yenilenler cephesinde yeralmasıyla beraber yarım kalan işlerini ise 19 Mayıs 1919’da Pontos’a giden Mustafa Kemal ve arkadaşları tamamlayacak Karadeniz’de 200 bin Rum’un daha canı alınacak, sonrasında 190 bine yakını Karadeniz’den olmak üzere, Anadolu genelinde 1.250.000 Rum ’’MÜBADELE’’ anlaşması gerekçesiyle sürgün edilecek, sağ kalanlar zorla ’’müslüman’’laştırılacak, ’’ne mutlu türküm diyene’’ deme ’’onuruna’’ nail edileceklerdi

1916 İKİNCİ TECHİR KARARI: SIRA RUMLARDA
Osmanlı ordusunun namlı komutanlarındandı Vehip Paşa. Alman danışmanlarıyla birlikte bir askeri güvenlik planı hazırladı.
Osmanlı’nın emperyalist paylaşım savaşına katılması ile beraber askere alma faaliyetleri de artmaya başlamıştı. Rumların bu savaşta Osmanlı adına savaşa katılmayı reddetmeleri, ulusal bilincinin yükselmesiyle birleşince Osmanlı bu durumu tehdit olarak görmeye başladı. Özellikle de 1916 Mart’ında Osmanlı’ya karşı savaş ilan eden ve kuzeydoğuda Batum’dan, doğuda da Kars yöresinden Osmanlı topraklarına giren Rusya’nın batıya doğru ilerleyişi, bu planın yapılmasının bahanesiydi. Karadeniz’de yaşayan Pontos Rumlarının, Ruslar gibi Ortodoks Hristiyan olmalarının, Osmanlı için ciddi bir güvenlik sorunu yaratabileceğini ve bu olasılığa karşı önlem almak zorunda olduklarını fısıldadı Alman ’’dost’’ları Vehip Paşa’nın kulağına.

Nitekim askere çağrılan Rumların büyük bir bölümü orduya katılmak yerine dağlara çıkarak firari olarak yaşamayı tercih etmiştiler. 1915 yılında yaşanan Ermeni Soykırımı’nın ardından sıranın kendilerine geldiğini düşünen, özellikle Pontos (Karadeniz) Rumları partizan örgütlenmeleri oluşturmaya başladılar.
İşte bu koşullarda Osmanlı Devleti ’’Ermeni Tehcir’’inin ardından ikinci bir tehcir kararı aldı. Hükümet ’’savaş alanlarına, askeri tesislere yakın ve casusluk faaliyetlerinin görüldüğü Rum yerleşim bölgelerini öncelikli tahliye edilecek bölgeler’’ olarak belirledi. [1]

Sürgün esnasında Nikola’nın babaannesi Sultana ve büyükbabasının yanı sıra Nikola, Pelagia, Dimitri, Sultana’nın oğlu Kosti, kızları Despina , Simela ve aileden dört çocuk daha bulunmaktadır. Herkes çaresiz ve bitkin Merzifon’a vardıklarında, Efiecoğlu adında zengin bir Rum, diğer köy halkı ile birlikte ve askerlerin denetimi altında bu biçare insanları hanlara yerleştirip yemek verir.
Nikola o günlerle ilgili ’’Hangi köyden geçtiysek, Rum ahalisi bizlere yardım etmek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlardı. Büyük karışıklık ve panik yaşanıyordu. Umumiyetle yiyecek veriyorlardı. Zira askerlerin denetimi altında fazlaca da birşey yapabilme olanakları yoktu.’’ diye sözeder.

Efiecoğlu birkaç kişi ile birlikte, hayatları pahasına, Rum aileleri tarafından alınıp sürgünden kurtarmak amacıyla, çocuklara yöresel giysiler giydirip handan çıkarır. Bu çocuklardan biri de Nikola’nın kızkardeşi Pelagia’dır; Kıbrıslı Rum bir ailenin yanına yerleştirilir. Nikola’nın daha bebek olan kardeşi Dimitri’yi ise Kasapoğlu adlı bir aile yanına alır. Nikola ise dul bir kadının yanına bırakılır. Dedeleri, okuma yazması olduğundan, sürgün sonrası çocukları bulabilmesi için verildikleri adresleri not eder.
Böylelikle üç kardeş Merzifon bölgesinde dağılmış bulunmaktadır. Bu arada Nikola, Dimitri’yi sık sık görmeye gider. Pelagia’yı ise daha sonra bulur. Notlarında Pelagia’dan şöyle bahseder:

’’Pelagiacık’ı yolda gördüm, elinde bir sepet kiraz tutuyordu, küçük bir kelebek gibiydi, kucaklaştık’’

Artık onu çok sık görüyordu. Bir başka gün için şöyle diyor Nikola:
’’Onu bir araba üstünde gördüm. Geniş bir şapka giyiyordu ve çok güzeldi.’’
Nikola bu arada dul kadının ördüğü çorapları satarak para kazanıyordu. Nikola bu dul kadının yanından ayrılışını, yıllar sonra kızına şöyle aktarır:
’’Çocuğum, çok talihsiz idim evet çok talihsiz. Bu kadın çok iyi kalpli bir kadındı ve bana iyi bakmak istiyordu, lakin erkek kardeşi beni istemiyordu. Yemek yerine yalnız bir kuru soğan veriyordu. Yanlarında bir kaç ay kaldım ve bütün gün çalıştım, taa ki bir gün gitmeye karar verene kadar.’’

Pelagiacık’ı yolda gördüm, elinde bir sepet kiraz tutuyordu, küçük bir kelebek gibiydi, kucaklaştık’’

Artık onu çok sık görüyordu. Bir başka gün için şöyle diyor Nikola:
’’Onu bir araba üstünde gördüm. Geniş bir şapka giyiyordu ve çok güzeldi.’’
Nikola bu arada dul kadının ördüğü çorapları satarak para kazanıyordu. Nikola bu dul kadının yanından ayrılışını, yıllar sonra kızına şöyle aktarır:
’’Çocuğum, çok talihsiz idim evet çok talihsiz. Bu kadın çok iyi kalpli bir kadındı ve bana iyi bakmak istiyordu, lakin erkek kardeşi beni istemiyordu. Yemek yerine yalnız bir kuru soğan veriyordu. Yanlarında bir kaç ay kaldım ve bütün gün çalıştım, taa ki bir gün gitmeye karar verene kadar.’’

 

KOCA YÜREKLİ PONTOS KADINI: SULTANA
1,5 yıllık sürgünden sonra 1918 Nisan ayında Sultana iki çocuğu Kosti ve Despina ile birlikte sağ olarak Kadıköy’e döner. 7 kişilik aileden geriye dönen sadece üçüdür. Binlerce aile bu ve bunun gibi ölüm yürüyüşlerinde hayatını kaybederken bu aileden üç kişinin sağ olarak geri dönmesi büyük bir şanstır. Ancak Sultana’nın çocukları Kosti ve Despina bir gerillanın kardeşi damgasını taşıdıklarından, Sultana onları Rusya’ya kaçırtır. Bu arada Nikola’nın babası Eftimis de artık Rusya’dır.

Sultana için artık yapılacak en önemli şey torunlarını geri almaktır. 1918 yılının Ağustos ayında, Nikola, Pelagia ve Dimitri’yi bulmak için Merzifon’a gider. Bir fırıncıdan Nikola’nın sık sık fırına uğradığını ve bazı angarya işler yaptığını öğrenir. Bu fırıncı her gün barınaksız öksüz çocuklara bedava birer somun ekmek vermektedir.
Sultana tüm gün fırının dışında torununu bekler. Akşam üzeri Nikola beliverir köşeden. Kucaklaşmalar ve sevinçli anlar yaşanır.

Ardından Pelagia’yı da bulup, Kadıköy’deki evleri yakılmış olduğundan, Nikola ve Sultana Kerpişli’ye giderler. Kasapoğlu ailesinin çocukları olmadığından Dimitiri’yi Sultana’ya vermek istemezler; böylece Dimitri Merzifon’da kalır. İlk zamanlar Dimitri ile görüşürler ama bir süre sonra izini kaybederler.
1918 yılının Ekim ayında Pelagia’yı sürgünler nedeniyle yurtdışına kaçıp tekrar vatana geri dönmeyi başaran bir Rum ailesinin yanına verir Sultana. Bu aile, ev işleri ve çocukların bakımında yardım için Pelagia’yı Sultana’dan istemiştir. ( Bu sırada Pelagia daha henüz 6 yaşındadır!)

Sultana Nikola’yı da yanına alarak, Kadıköy’e geri döner ve bir ev kiralayarak yaşam koşullarını düzeltmeye çalışır.

Anlaşıldığı üzere bu yıllarda geçmişe oranla baskılarda bir gerileme vardır. Rumlar 1916’daki ölüm yürüyüşlerinin ardından yeniden hayatlarını kurma telaşı içindedirler. Bu durumun sebebi Osmanlı’nın Almanlarla saf tutup içinde yer aldığı 1.Dünya Savaşı’nın sona ermesidir. Osmanlı’nın da içinde olduğu İttifak ülkeleri [2] yenilmişlerdir. Sıra yenenlerin hukukunun uygulanmasına gelmiştir. Osmanlı orduları dağıtılmış, İtilaf devletleri[3]; İngiltere İstanbul, İtalyanlar Antalya ve çevresi, Fransızlar Adana, Urfa, Antep’e asker çıkarmışlardır. İttihat ve Terakki kadroları, özellikle 1915 yılında gerçekleştirdikleri Ermeni Soykırımı nedeniyle Osmanlı mahkemelerinde yargılanmaya başlanmış ve Osmanlı’dan geride kalan topraklarda nasıl bir yönetim oluşacağı/oluşturulacağı galip emperyalist devletler tarafından tartışılmaktadır.

1917 yılında Rusya’da Ekim Devrimi gerçekleşmiştir.

Savaşın ardından silah bırakması gereken Osmanlı ordularının en önemli kolu 3.Kolordu (merkezi Sivas’tadır) silahlarını teslim etmez. 9 Aralık 1920’de, 407 sayılı kararname ile, 3.Kolordu lağvedilip Merkez Ordusu kurulur. Ordunun kuruluşu, TBMM Başkanı Mustafa Kemal imzasıyla yayınlanan bir bildiriyle duyurulur:
’’1) 3.Kolordu lağvedilmiş ve 5. ve 15. Fırkalarla Sivas’ta derdest teşkil 6. Atlı Piyade Fırkalarından mürekkep olarak, Merkez Ordusu teşkil ve ihdas olunmuştur.
2) Merkez Ordusu Kumandanlığı’na seferde Ordu Kumandanı selahiyeti ile Mirliva Nurettin Paşa Hazretleri tayin olunmuştur.
3) Merkez Ordusu Kumandanlığı mıntıkası, Sivas vilayeti ile Canik, Sinop, Amasya,
Tokat, Çorum, Yozgat müstakil livalarını içermektedir.
4) Merkez Ordusu Karargahı, 3.Kolordu Karargahı’ndan istifade edilmek suretiyle teşkil olunacaktır.
5) Merkez Ordusu Kumandanlığı harekat, asayiş bakımından Erkan-ı Harbiyey-i Umumiye’ye ve hususat-ı saire için Müdafaa-i Milliye’ye bağlıdır.
6) Bütün vekaletlerle Garp ve Elcezire Cepheleri, 2. ve 3.Kolordu, Kastamonu ve Bolu Havalisi Kumandanlığı vasıtası ile Nurettin Paşa Hazretlerine ve 4. Kolordu Kumandanlığı’na yazılmıştır.’’[4]

İtilaf devletlerinin gözü önünde cereyan eden bu durum, Pontoslu Rumlara yönelik soykırımın tamamlanması aşamasını ifade eder. Bu tarihten itibaren Merkez Ordusu, Karadeniz’deki çetelerle birlikte büyük bir kıyıma başlayacaktır. Olan biten herşeyden İtilaf devletleri de haberdardır. Dahası ilk efendi Almanların yerini artık İngilizler almıştır ve yeni kurulacak devletin nasıl şekilleneceğine Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bu soykırımdaki başarısı sonucunda karar verilecektir.
İşte bu tarihlerde Sultana ve Nikola Kadıköy’ü terkedip Samsun’a yerleşmeye mecbur kalırlar. Orada 3 aile ile birlikte bir depoda birlikte yaşarlar. Nikola kızkardeşi Pelagia’yı görmek için Keprişli’ye gitmeye devam eder.
1921 yılının Haziran ayında askerlerin Keprişli köyüne girdiğini ve bütün köyün yandığını haber alırlar. Nikola kardeşini almak için Keprişli köyüne gittiğinde korkunç bir tablo ile karşılaşır. Bütün köy yanmakta, her yer yağma ve talan edilmektedir. Buldukları köy muhtarına Pelagia’nın canından endişe ettiklerini dile getirir. Muhtar ona, Pelagia’nın güven içinde olduğunu merak etmemesi gerektiğini söyler.
Nikola durum yatışana kadar Pelagia’sız Samsun’a döner ama huzursuzdur. Sultana, Nikola’yı Pelagia’yı alması için tekrar Keprişli’ye gönderir. Nikola yola çıkacağı gün askerler Samsun’u abluka altına almıştır. Basılan, yakılan, yağmalanan evler, sokaklarda yatan ölüleriyle Samsun karanlığa gömülmüştür. Nikola Keprişli’ye gidecek yol bulamaz.
Sonunda askerlerin Keprişli’yi tamamen yaktığını ve kendileriyle evleenmek için köyde buldukları 7-8 kızı beraberlerinde götürdüklerini öğrenir. Bı kızların arasında Pelagia da vardır.
‘‘Pelagiacık’ı bir daha göremedim. 10 yaşına yakın olduğundan, her zaman soyadını hatırlayacağı gibi bir Rum kızı olduğunu da unutmayacaktır‘‘ der Nikola, ölene dek…
Sultana hastalanır, dayanılmaz acılar içindedir. Doktorlar Sultana’nın artık iyi olamayacağını, bir hap vererek çektiği acılara son vermek istediklerini söylerler. Nikola bu durumu kabul etmez. Ninesine kendisi bakmaya çalışır. Zorlu işler bulur para kazanmak için. Kısa bir süreliğine kaldığı Samsun’daki Rum-Amerikan yetimhanesinden Sultana’nın öldüğü haberi ile ayrılır.

YUNANİSTAN’A GİDİYORUZ‘‘

İşte o köprünün altında ölmek için zehir içen ve günlerce acılar içinde kıvranan o çocuk yeniden yaşama umudu bulmuştur.
Pontos’ta katliamların çoluk çocuk ayırdetmesizin sürdüğü o koşullarda henüz Mübadele anlaşması yapılmamışken yetimhanedeki çocukların gemilerle Yunanistan’a, Amerika’ya gönderilmesine izin verilir. Bu süreçte 25.000 kayıp Rum çocuğunun sadece 10.000’i Amerika ya da Yunanistan’a ulaşabilmiştir. Halen o tarihlerde kayıp olan 15.000 Ponroslu Rum çocuğunun akibeti bilinemektedir.
6 Aralık 1922’de Edipso limanına iner Nikola. (O gün Nikolaların isim günü yortusu olduğundan tarihi tam olarak hatırlıyor.) Ardından Atina’nin banliyösu Oropa’da bir yetimhane’ye yerleştirilir. Nikola aşağı yukarı dört yıl orada kalır. Aynı yetimhaneden birlikte kaldığı Dimitri’nin kardeşi olduğunu ise 1925 yılında öğrenecektir.
Hayatı Yunanistan’da tıpkı diğer Pontoslu Rumlar gibi zorluklarla geçecektir. 29 yaşında evlenen Nikola’nın 1938’de ilk oğlu Todori dünyaya gelir. Aynı yıl ‘‘komünist‘‘ olduğu iddiasıyla 3 yıl sürgüne yollanır. Her şeye rağmen ömrü boyunca ne kardeşlerinden ne de ailesinden ayrı düşer. Her koşullda onlarla birliktedir.
Nikola’nın dördü erkek biri kız olma üzere beş çocuğu olur. Todori (Theodoros) 1938, Kostas 1943, Sulis 1946, Mihalis 1950, İsaia (Niça) 1955 doğumludur.
Ömrü boyunca Pelagia’nin izin arasa da hiç bir bulamaz. Hayata gözlerini yumarken dahi kızkardeşi Pelagia’ya hasretle yanmaktadır.

PELAGİA (LÜTFİYE)

Sürgün için gelen askerler Pelagia’yı Samsun’da alıkorlar. Hatta sürgün sırasında ayakkabısının tekini kaybeden Pelagia, yine sürgün edilen erkeklerin sırtında taşınır. Pelagia, askerlerin mola verdiği bir Alevi köyü olan Ordu’nun Akkuş İlçesi Yolbaşı Köyü’nde kendilerini ağırlayan aile tarafından evlatlık alınır. Pelagia’nın kaldığı evdeki bir kadın askerlere Belaiya’yı evlatlık edinmek istediğini söyler. Askerler ise zaten sürgündeki herkesi öldüreceklerini, isterse çocuğu alabileceğini söyler.
Evet adı sürgün olan ama tümden imhayı hedefleyen bu saldırıları yapanlar artık Osmanlı askerleri değil, Mustafa Kemal’in askerleridir.
Pelagia bundan sonra Yolbaşı Köyü’nde yaşamaya başlar. Artık ismi Lütfiye’dir . Daha sonra Hüsnü Demir ile evlenir; Akkuş İlçesi’nin Gökçebayır Köyü’ne gelir ve 4 çocuğu olur. Çocukları eldeki bilgilerle ve sınırlı olanaklarıyla Pelagia’nın yakınlarını bulmak isteseler de, bunu başaramazlar.

Büyükannelerinin, o günleri sürekli kendilerine anlattığını söyleyen Münevver ve Mehmet Demir, “Büyükannem o günlerin etkisinden hiç kurtulamadı. Babam, büyükannemi, yakınlarını bulması için Samsun’a götürmek istemiş ama ‘Beni sizden alırlar’ diye kabul etmemiş. ‘Rum olduğumu kimseye söylemeyin. Duyarlarsa beni tekrar almaya gelirler’ derdi hep… Büyükannemize söz verdik. O, babası ve kardeşlerinden bir iz bulamadı ama biz ömrümüz yettiği kadar onları arayacağız. İnanıyoruz; onlar da bizi arıyordur” diye konuşurlar.

Pelagia’nın oğullarından Ali Demir (1941 doğumlu) 1970’lerin sonunda radyodan annesi Pelagia’nın anons edildiğini ve telefon numaraları verildiğini ancak duyuruyu kısa bir an dinledikleri için telefonu not edip geri arayamadıklarını söyler.

Yaklaşık 6-7 sene önce ise İzmir’den geldiklerini söyleyen iki ya da üç yaşlı kadın Tokat/Çamiçi’ne gelerek (Yolbaşı Köyü’ne yakın bir yerleşim) Delipaltooğullarından bir Rum kızını aradıklarını ve isminin Belaiya olduğunu söylemişler. Ancak sordukları kişiler bu hikâyeyi bilmediği için herhangi bir şey söyleyememişler.

Pelagia ölene kadar bir daha ağabeyini ve erkek kardeşini göremez, haklarında hiç bir bilgisi yoktur. Pelagia’nın son nefesine kadar hasretle dolu olan yüreği 1983 yılında durur. Pelagia’nin torunlarından Burcu Yanar aileden aldığı tüm bilgileri toplayarak bizimle paylaşır. Ailenin umutlu bekleyişi devam eder.
Hikayenin bundan sonrası, bir gün mail adresimize gelen şu mesajla değişti:
‘‘Sayin Baylar
Rum kizi Belaiya nin Yunanistandaki 100% akrabalari hakkinda
Bilgi icin :
Tel : 0030……………
E-mail : m.kalimidis@…
Lutfen aramanizi Rica ederim
Saygilarimla
Mihail Kalimidis (Drama)‘‘

Hemen Pelagia’nin torunlarına bu mesaji ilettik. Yapılan bir iki telefon görüşmesinin ardından 8 Ağustos 2015 Cumartesi günü, Pelagia’nın oğlu Ali ile Nikola’nın oğlu Theodoros İstanbul’da, 100 yıl sonra ilk kez karşı karşıya geldiler. Aşağıdaki video’da bu karşılaşma anını izleyebilirsiniz.
Orda göreceğiniz 100 yıllık acıdır. O acı orada birbirini bulmuş iki kuzenin acısı değildir sadece. O acı 100 yıl önce canına kıyılmış 353 bin Pontos Rumunun, sadece Pontos’tan sürgün edilmiş 200 bin insanın acısıdır. Geride kalan bize Türk olmayı, Müslüman olmayı dayatanların yaşattığı acıdır.
Bu iki insana iyi bakın, bu hikaye bizim hikayemizdir…
Bu videoda göreceğiniz, yüz yıl önce birbirinden ayrılan iki kardeşin çocuklarının başka din ve milliyete ait kimliklerle yüz yıl sonra buluşmasıdır…
Bu hikayeye ait bilgileri bizimle paylaşan Yanar ve Delipaltaoğlulları ailelerine teşekkür ediyoruz.

Gizli saklı tüm hikayelerin açığa çıkması umuduyla…

Kaynak

BafraNikolaPontosSamsunTamer ÇilingirYunanistan
Comments (0)
Add Comment