*ORTADOĞU KRİZİ VE DEMOKRATİK ULUS ÇÖZÜMÜ
Yannis Vasilis Yaylalı
Dostlar öncelikle barış adına böyle bir girişime öncülük eden çağrı gurubundan arkadaşlara ve bu çalışmanın ortaya çıkmasını sağlayan tüm konferans emekçilerini konuşmam vesilesi ile selamlıyor ve bir kere daha teşekkür ediyorum. Ben önce kısaca kendimi taktim etmek istiyorum, ben barış aktivisti ve vicdani retçi Yannis V Yaylalı. Kürt arkadaşların sevdiği biçimiyle de söylemek gerekirse esir asker. Ben aslında bu inkarcı, asimilasyoncu devletin neler yapabileceğinin bir örneğiyim, aynı zamanda her şeye rağmen kendi gerçeklerinle yüzleştiğinde de neler ortaya çıkarılabileceğinin bir göstergesi olduğuma inanıyorum.
Dostlar yanlış bir algıyı burada düzeltmek gerekiyor, Karadeniz de Mezopotamya ve Kürdistan gibi çok zengin bir halklar dinamiğine sahiptir. Karadeniz genel algının aksine komple Laz halkından oluşmamaktadır. Biz Pontos Rumları da dahil Lazlar, Gürcüler, Ermeniler ve daha birçok halk bir arada yaşıyoruz. Pontus, MÖ. 11. Yüzyılda Milet’ten Sinop kıyılarına gelip siteler, şehirler kuran Helenlerin Karadeniz’e verdikleri isimdi. Önce ülkemizi çok büyük direnişler sonrasında Romalılar işgal etse de varlığımızı Osmanlı’nın son dönemine Cumhuriyetin kuruluşuna kadar korumasını bildik. Osmanlı ile çok büyük bir asimilasyona ve saldırılara maruz kaldıktan sonra ardılı İttihatçılar ve Cumhuriyetin ilk yıllarında varlığımız nerede ise tamamen Pontos’dan silindi. Osmanlı’dan günümüze bu coğrafya da yaşayan halklar, aşama aşama soykırıma, asimilasyona tabi edilerek eritilmeye, varlıkları yok edilmeye çalışıldı. Ben nereye gitmişsem sürekli vurguladığım şeylerden biri de halklar mevziisinin son kalesi olan Kürt halkı ile dayanışmanın önemine dikkat çekmektir. Çünkü bugün Kürt halkına verilecek destek ve dayanışma, yok olma ile yüz yüze olan varlığımız, ya da varlıklarımız için de elzemdir.
Dostlar bu noktaya kolay gelinmedi, bu noktaya gelinmesinde Müslüman ve Gayri-Müslüman halkların da çeşitli nedenlerle bir araya gelememeleri de etkili olurken, asıl neden ise Osmanlı’nın sonunda ortaya çıkan geç ve eski biçimli milliyetçi, islamcı akımlardır, tabi bu akımların Osmanlı’nın sonu ,Cumhuriyet’e geçişte ara dönemde ve Cumhuriyet döneminde etkili olmalarıdır. Osmanlı döneminin sonu ile Türk olmayanlara karşı ortaya çıkan bu ittifak Bugün yine Kürt halkına karşı birleşmiş durumda olduğunu görüyoruz. Bu noktada geçmişte düştüğümüz birçok hataya bugün düşmemek için azami gayreti göstermemiz gerekmektedir.
Kürt hareketi ve Türkiye solundan bir kısım kurum ve kuruluş bir süredir yok birinci meclistir, yok ilk anayasadır demeye ve o dönemde bazı verilen sözleri referans alarak, geçmişte verilen bu sözler üzerinden aslında çok farklı niteliğe sahip işlevi olan kurumları olumluma gibi yanlış bir tutum içerisine girmişlerdir. Tüm bu çıkışlardan güç alan Yeni Yaşam gazetesi emekçileri sanki öncesinde çok sesli bir meclis varmış gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın birinci meclisi ziyaretini ‘birinci meclisi tekleştirdi diye haber yaptı.Oradaki belirlemeyi sizlerle paylaşmak istiyorum ‘Osmanlı’nın yıkılış, cumhuriyetin ise kuruluş yılları 1920- 1923 arasında Kurtuluş Savaşı’nı yöneten Birinci Meclis, Osmanlı bakiyesi halkları bünyesinde barındırmasıyla dikkat çekiyor. Kürtlerin Kürdistan Mebusu olarak yer aldığı Birinci Meclis, aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisiyle Kürdistan’a yerel muhtariyet (Özerklik) veren Meclis olarak biliniyor. Birinci Meclis, Özerklik ve Kürdistan Mebusu Birinci Anayasa’da Türkiye halkları ifadesi yer alırken, Mustafa Kemal, “Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal” imzasıyla El cezire Cephesi Kumandanlığı’na yolladığı yazıda, “iç ve dış siyasetin gereği” olarak Kürtler için “mahalli idareler kurulması” talimatını vermişti. Mustafa Kemal’in talebiyle “Kürdistan hakkında bir düzenleme” yapmıştı. Buna göre talimatın birinci maddesinde “Adım adım bütün memlekette ve geniş ölçüde doğrudan doğruya halk tabakalarının ilgili ve etkili olduğu mahalli idareler kurulması iç ve dış siyasetimizin gereklerindendir. Kürtlerin oturduğu bölgelerde ise, hem iç siyasetimiz ve hem de dış siyasetimiz açısından adım adım mahalli bir idare kurulmasını gerekli bulmaktayız” diyor Mustafa Kemal. Talimatın ikinci maddesinde, milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı gereği Kürtlerin Türkiye idaresinde yaşamaya talip olduklarını ilan etmeleri ve mahalli idarelerini tamamlamaları istenmektedir. ‘ Aslında Yeni Yaşam gazetesinin alıntı yaparak paylaştığı talimatnamenin üçüncü maddesi Kürtlere yapılan tüm bu güzellemenin neden olduğunu da gösteriyor. Ne istiyor üçüncü madde “Kürdistan’da Kürtlerin Fransızlar ve hele Irak sınırında İngilizlere karşı silahlı çarpışmalara sevkedilmesi”ni , ve ne görüyor bu sürecin ardından Gazeteci arkadaşlar “Kürtlerle yapılan tarihi ittifak neticesinde Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanırken, hemen ardından Birinci Meclis ve Anayasa lağvedilerek Kürtleri inkar başlamıştı.” Bu da kendimize yaptığımız en belirgin altın vuruş oluyor.
Şimdi dostlar bazen her şeyi doğru yapamayabiliriz fakat yaptığımız yanlışlardan dersler çıkarmasını bilmeliyiz. Biz gayri Müslüm halklar da Abdülhamit’in istibdat döneminden sonra İttihatçılar yönetimi ele geçirdiğinde çok sevinmiş hatta bayram etmiştik. Fakat çok uzun geçmeden 1909 Klikya katliamı ile bu yönetim ile,bu anlayış ile yüzleşme durumunda kalmıştık. Yalancı bayramdan uyandığımız gibi de kaldık, tek hayıflandığımız şey neden o dönemde dahi olsa onların gerçek yüzünü göremedik. Abdülhamit ilke başlayan, İttihatçılar ile devam eden ve Cumhuriyet ile son noktası konulan Gayri-Müslüm halklara dönük soykırım, katliam, asimilasyon ve devşirme politikaları Osmanlı İstanbul meclisi, İttihatçılar ve Birinci meclis tarafından yürütüldü. Bu durumla ile ilgili birçok çalışma var hatta özellikle Karadeniz-Pontos bölgesinde biz Pontoslu Rumlara dönük 1914-1923 arası soykırım ve tehcir politikaları gizli meclis görüşmeleri uygulandı. Bugün artık bu görüşmeler ortalıkta geziyor, isteyen bu görüşmeleri de bulabilir.
Dostlar verilen sözde sözler üzerinden hareket etmeyi yeğler ve gerçeğe yüzünüzü dönmeyi ret ederseniz, bizim yaşadığımız akıbeti yaşamaktan kurtulamazsınız. Yeni Yaşam gazetesi emekçileri de bu durumu eleştiri olarak görsünler. Aslında sadece yaşadıkları durum sonuçtan ibaret, sayın Öcalan ile başlayan bu süreç Kürt hareketini de etkisi altına aldı. Şimdi dostlar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Abdülhamit’i, İttihat Terakki’yi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yolunu izliyor , yaptığı sadece budur. Referandum sürecini de çözüm sürecini de iktidarını pekiştirmek için kullandı, aynı Mustafa Kemal ve arkadaşları gibi. Bugün kim çıkıp da AKP hükümetleri Kürtler için iyi bir şey yaptı diyebilir. Oysa açık, kapalı toplantılarda binlerce söz vermesine rağmen. Roboski’yi, Suruç’u, Kobani’yi, Reyhanlı’yı, Ankara Gar katliamını, Cizre, Sur, Nusaybin ve daha nicelerini unutup kim ne söyleyebilir.
Dostlar Gerçek; Abdülhamit’ten Mustafa Kemal yönetimine kadar var olan tüm meclisler Gayri Müslüm halklara yönelik soykırım politikalarını yönetmiştir. Bu soykırımlar zincirinin son halkası ise Karadeniz’de yaşayan biz Pontuslu Rumlardık. Dostlar Gerçek; önümüzdeki sene birinci meclisin yürüttüğü politikalar ile öncülük ettiği soykırımın yüzüncü yılı. Dostlar Gerçek; Bu yüzyıllık soykırımdan sonra geride kalan bir avuç insan ve kaybolmak üzere olan dilimiz Romaika , ayrıca diasporaya dağılmış milyonlarca insan. Şimdi tüm bu gerçekleri görmezden gelebilir misin. Bu yapılanlar karşısında hangi sözün hükmü olur, bu gerçekleri bırakıp, muhtariyet sözü verilmişti, bilmem neyin sözü verilmişti denilebilir mi? Tüm bunlar yaşanmışken hangi zaferden söz edebilirsin, neyin zaferini kiminle kutlayabilirsin, sadece gazeteden arkadaşlara değil, sadece Kürt hareketine değil, sadece Türkiye soluna değil, insanım diyen, insan kalmaya çalışıyorum diyen herkese soruyorum. Milyonlarca insanın ölümlerini, sayısızca halkın soykırımını, yerlerimizin, yurtlarımızın talan edilmesini hangi söze değişirsiniz.
Dostlar bunu artık bunca olan şeyden sonra bizim feryat-ı figanımız olarak düşünün, yaşadığımız soykırımdan yüzyıl sonra bile bizim soykırım yıldönümünüz dost, arkadaş dediklerinizce bayram diye görülüp kutlanırsa, yine yüzyıl önce bize karşı soykırımı bizzat yöneten meclis, dostlarınızca hiç olmadığı kadar onura ediliyorsa, bu çıkışımızı umarım doğru değerlendirirsiniz. Bizim durumumuz Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi, yani Ermeni halkının geçtiği tüm yollardan tekrar tekrar geçeceğiz. Bize yaşatılanları Devletten önce dostlarımıza anlatacağız, önce dostlarımızı ikna edeceğiz, sonra devleti yüzleşmeye çağıracağız. Bu toplantının amacı önce Ortadoğu’da yaşadığımız krizin nedenlerini bulmak sonra çözüm yollarını önermek. Bizim için çözüm yolu önce ilkeli duruştan geçer, devletten önce halklar birbirlerinin acıları ve yaşadıkları ile yüzleşmesi gerekir. Sonrasında ise tek tek değil hep birlikte tüm bunlara neden olan devleti, hatta devletleri yaptıkları ile yüzleşmeleri için mücadele yürütmeliyiz. Yoksa dostun yaranı sarmak yerine her gün yarana tuz basıyorsa, orada birlikte hareket etmek olanağı fazla olmaz. Bu alandan da devletler yararlanır ve yaptıkları yanına kar kalarak yeni katliam ve soykırımlar peşine düşer.
Dostlar elbette sadece bize karşı yaşadıklarımıza karşı anlayış beklemek doğru olmaz. Çözüm süreci sonrası yaşadıklarımız ortada, Türkiye yönetimi yüzyıldır uyguladığı politikalar ile koşar adım tekcil bir ulus devleti yaratma peşindeydi, artık bunun son engeli durumundaki Kürt halkına karşı eşi benzeri görülmemiş bir yönelimi söz konusu iken halkımızın da dini açıdan bağlı olduğu Fener Rum kilisesi’nin de içerisinde olduğu dini mana da ki azınlık temsilcilerinin çıkıp üzerimizde hiçbir baskı yoktur demeleri kabul edilebilir bir açıklama değildir. Bu açıklamaları asla kabul etmiyorum, yukarıda bahsettiğim şeyler tek taraflı değil herkes için geçerlidir. PKK bahane edilerek Kürt halkına karşı çok büyük şekilde bir yönelim söz konusuyken, 10 binlerce insan içeriye alınırken, insanların başına şehirleri yıkılırken bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyemezsin. Biz halklar, çok farklı inançlar bu yüzden bugün bunları yaşamıyor muyuz. Böyle yapmak demek biz gözümüzü kapattık demek,siz ne isterseniz yapın demek değil mi? Azınlık kiliselerinin de bu anlamdaki tavırlarını mutlaka sil baştan değerlendirmeleri gerekir
Dostlar yine konuşmamı bitirirken bu olanağı bizlere sağlayan çağrı gurubuna ve bu konferansı düzenleyen arkadaşlara çok teşekkür ediyorum. Umarım bu olanağı doğru değerlendirir ve hep birlikte çıkış yolu buluruz.
* Yazılı hazırladığım sunumu zaman yetersizliğinden dolayı özet olarak anlattım.