MICHAILIDIS NIKOS
Irak, yıllardır uluslararası meşruiyete sahip ve Amerikan koruması altındaki bir Kürt devlet yapısıyla fiilen bölünmüş durumda. Suriye bölünmüş durumda; diğer etnik grupların da katılımına rağmen, topraklarının yaklaşık 1/3’ü Kürtlerin çoğunlukta olduğu SDG’nin kontrolünde. Rojava’daki (Kuzeydoğu Suriye) Kürt yönetimi güçlü Amerikan ve İsrail desteğine sahip olup, Batı’dakine benzer laik demokratik ideallerden ilham almaktadır.
Öte yandan, ortaya çıkan gerici, İslamcı Golani rejimi henüz gerekli uluslararası meşruiyete sahip olmayıp son derece zayıf ve çeşitli dış etkilere açıktır. Ne kadar yaşayacağı ise henüz belli değil. Ama şu anda Suriye’deki en güçlü ordu Kürt ordusudur!
İran, Suriye’deki tüm dayanaklarını ve Lübnan’la temasını kaybederek bölgede en büyük kaybeden haline geliyor. İran rejiminin bugün bildiğimiz haliyle varlığını sürdürebileceği hiç de kesin değil. İçerisindeki kalabalık Kürt ve diğer etnik gruplar ile çok sayıda rejim karşıtı İranlı, onun Aşil topuğudur.
Öte yandan Suriye’de Golani İslamcıları nedeniyle bir nebze olsun nüfuzunu güçlendiren Türkiye’nin, bölgedeki gelişmelerden pek de memnun olduğu söylenemez. Türkiye, Suriye’deki Kürt özerkliğinin uluslararası alanda daha fazla meşruiyet kazanması ihtimalinden ve bölgede Kürt-İsrail işbirliğinin daha görünür ve güçlü olması ihtimalinden derin kaygı duymaktadır. Böyle bir işbirliği Ortadoğu’daki dengeleri kökten değiştirecektir.
Kürtler ve Türkiye
Suriye’de resmi ve kamuoyuna duyurulan bir Kürt-İsrail ittifakı, Kürtlere muazzam bir uluslararası diplomatik destek ve daha fazla meşruiyet kazandıracak, ayrıca daha da gelişmiş silahlara erişimlerini sağlayacak, onları önemli ölçüde güçlendirecek ve onları büyük bir bölgesel güç olan İsrail’in stratejik ortağı haline getirecektir.
Böyle bir durumda İran ve Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki Kürt gruplarına saldırması ve onları yok etmesi çok daha zor olacaktır. Çünkü böyle bir şey yapmak aynı zamanda İsrail’in çıkarlarına da saldırı olarak değerlendirilecektir. Ayrıca Türkiye ve İran’ın kendi içlerinde büyük, uyanık Kürt nüfusları barındırdığını ve bu kesimlerin onları büyük bir güvenlik tehdidi olarak gördüğünü unutmayalım. Dolayısıyla Ortadoğu’da Kürt-İsrail işbirliğinin önlenmesi konusunda Türkiye ve İran’ın büyük ortak çıkarları bulunmaktadır.
Bu nedenle Erdoğan rejimi, tutuklu Öcalan üzerinden, PKK’lı Türkiye Kürtlerini silahlarını teslim etmeye, silahlı mücadeleyi sonlandırmaya ve bazı haklar elde etmeye ikna etmek için kendi içinde alelacele bir inisiyatif aldı. Türkiye, öncelikle kendi bekası için büyük bir tehdit olarak gördüğü Suriye’deki Kürt-İsrail ittifakının daha da güçlenmesini önlemek amacıyla, sınırları içindeki Kürt sorununu “çözmek” istiyor.
Ayrıca Ankara’daki mevcut İslamcı milliyetçi rejim, dini birliği öne sürerek, büyük bir Türk-Kürt federasyonu aracılığıyla Ortadoğu’daki 40 milyon Kürdü kendi nüfuzu altına almayı öngörüyor. Bu nedenle Ankara, kendi Kürt siyasi liderlerini ve örgütlerini araçsallaştırmaya çalışıyor; böylece diğer ülkelerdeki Kürt liderlerini de Türk hegemonyası altına çekebileceklerini umuyor. Böylesine aşırı iddialı bir senaryonun, birçok nedenden ötürü, uygulanmasının son derece zor veya imkansız olduğuna inanıyorum.
Öte yandan Kürt-İsrail işbirliğinin güçlendirilmesi Ortadoğu’daki dengeleri kökten değiştirecektir. Kürt milletini, zalimlere ve tarihi hasımlarına, Türklere, Araplara ve Farslara karşı öne çıkaracak ve güçlendirecektir.
Ortadoğu ve Helenizm
Ortadoğu’daki gelişmelere Yunanistan-Kıbrıs olarak kayıtsız kalmamalıyız, aynı zamanda yaşanan yeni tarihi değişimlerde varlığımızı ortaya koyacak inisiyatifler almalıyız. Ve sadece Doğu Akdeniz’deki MEB meselesi değil, orada da Kıbrıs ve Mısır’la işbirliği yaparak hızla hareket etmeliyiz.
Ülkemizin, Kürt lider Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye iadesine karışarak Yunanistan’ın itibarını zedelemesinin ve milyonlarca Kürt’ün ülkemize karşı duygularını incitmesinin üzerinden yaklaşık yirmi beş yıl geçti. Şimdi, Ortadoğu’nun gelecekteki büyük aktörü olan Kürt milletiyle ilişkileri düzeltme ve yeniden kurma zamanı gelmiştir. Üstelik koşullar da çok değişti. Bu nedenle Yunan hükümeti Dışişleri Bakanı’nı Şam’a ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki özerk Kürt yönetimine gönderip orada istişarelerde bulunabilir.
Ayrıca Yunan hükümeti, örneğin Atina Akademisi veya bir üniversite aracılığıyla, kuzeydoğu Suriye’deki özerk Kürt yönetimi lideri Mazlum Kobani’yi ve Suriye’deki Hıristiyan cemaatlerinin liderlerini Atina’ya davet ederek, Ortadoğu’da demokrasi ve barış umutları hakkında bir konuşma yapmalarını sağlayabilir; bu konuşma ERT tarafından canlı olarak yayınlanacak ve yabancı dillere çevrilecektir. Böyle bir etkinliğe uluslararası medyanın da davet edilmesi mümkün olabilir.
Böyle bir girişim ülkemizin itibarını artıracak ve Ortadoğu’da çok ihtiyaç duyduğumuz daha sağlam dayanaklar oluşturmanın kapılarını açacaktır. Zira Ortadoğu ile ilişkilerimiz egzotik bir turistik lüks değil, milletimiz için bir güvenlik zorunluluğudur. Yunan savunması Kürdistan’dan başlıyor
Son olarak, AB’de Türkiye’ye yönelik tutumumuzu gözden geçirmemiz ve prensip olarak Avrupa ortaklarından, çeşitli AB üyelerinin Türkiye ile yaptığı askeri anlaşmaları sonlandırmasını talep etmemiz gerektiğine inanıyorum. Bu işbirliklerinin/anlaşmaların iki üye devletin, Yunanistan ve Kıbrıs’ın, bütünlüğüne ve bağımsızlığına açık ve doğrudan bir tehdit oluşturduğunu belirtmeliyiz. Dolayısıyla Türkiye-AB ilişkilerini kolaylaştırmak yerine dondurmalı ve AB’yi sorumlu tutmalıyız. Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin Ortadoğu’da Türkiye senaryosunu izlemesine izin vermeyelim.