Denizi kara olalı Pontos…

Bir coğrafya düşünün, yoksulluk diz boyu, üniversite bitiren gençler kahvelerde, becerebilen babalar büyükşehirlere, yurt dışına çalışmaya gitmiş, yıllardır aileler birbirinden ayrı. Fındık, tütün, çay bahçeleri var ama ürünü toplamak üründen daha pahalı. Bir zamanlar Rumlara bire beş veren toprak artık bire bir bile vermiyor.

Bir zamanlar Rumlara bire beş veren toprak artık bire bir bile vermiyor.

Tamer ÇİLİNGİR


Bir coğrafya düşünün, yoksulluk diz boyu, üniversite bitiren gençler kahvelerde, becerebilen babalar büyükşehirlere, yurt dışına çalışmaya gitmiş, yıllardır aileler birbirinden ayrı. Fındık, tütün, çay bahçeleri var ama ürünü toplamak üründen daha pahalı. Bir zamanlar Rumlara bire beş veren toprak artık bire bir bile vermiyor.

Mutsuz kadınlar, erkekler, çocuklar, gençler ve ihtiyarlar…

Denizi, dağları, ormanları, dereleri, gölleri, hayvan ve bitkileri ile turistik amaçlı gelenlerin hayranlık duydukları ‘cennet’ diye tanımladıkları Pontos, adına Karadeniz dendiğinden bu yana, Diyojensiz, Sokratsız kaldığından beri kara bir yazgının diyarı.

Fırıncı Niko, çorbacı Yanni Yunanistan’a sürgün gittiğinden beri; Marialar ve Yorgolar, Mehmetler ve Fatmalar olduğundan beri iki yakası bir araya gelmeyen Pontos…
Adları, dilleri, dinleri, dansları, çalgıları yasak Pontos…

EN İYİ MÜSLÜMAN EN İYİ TÜRK’Ü İSPATLAMA KAYGISI

Sinemalarda, tiyatro oyunlarında cumhuriyet tarihi boyunca Türkçe aksanlarıyla ‘komiklik’ yapılanlardır bu coğrafyanın insanları. Oysa dilleri dönmez ki sizin dillere; ana dilleri değildir Türkçe.

Alay edilen, dalga geçilen sadece Türkçe aksanları değildir, burunlarıyla dalga geçilir, alay edilir. Haklarında aptal fıkralar uydurulur gülünç duruma düşürülür. Öteki olmaktan kurtulmanın bir yolu da bu olsa gerek diye düşündüğünden bura insanı da övünür bu halleriyle. Şirin görünmek lazımdır Ankara’daki hanımefendilere ve beyefendilere ki artık onlar gibi olduklarını kabul etsinler diye.

Camilere en erken onlar giderler, evlerinde Mustafa Kemal posterlerini, halk oyunları giysilerine Türk bayrağını iliştirerek, memleket  ‘düşmanlarına’, ‘vatan hainlerine’ karşı en önde onlar durarak, askere koşa koşa giderek, devlet için kurşun atıp kurşun yiyerek ispat etmeye çalışırlar en iyi Müslüman, en iyi Türk olduklarını.

GİDENLERİN MALLARINA, OKULLARA, HASTANELERE, TİYATRO BİNALARINA NE OLDU?

Üç nesilden ötesinin mezarı yoktur neredeyse yüzde doksanının bu topraklarda yaşayanların.

Bir gariplik vardır 100 yıldan daha öncesine dair. Ve soyağacı hikayeleri hep bir yerlerden buralara gelindiğine dairdir. Öyle ya 100 yıldan önce buralı olmanın başka bir anlamı vardır.

Bir an için bunun doğru olduğunu sayalım ve soralım öyleyse: Gelinmeden önce buralarda yaşayanlara ne olmuştur? Resmi kayıtlara göre bir kısmı sürgün edilmiştir. Oysa sürgün edilenlerin sayısı 190 bindir. Ve yine resmi belgelere göre (örneğin 1914 Osmanlı sayımlarına göre) Pontos’ta yaşayan 500 bine yakın Ortodoks Hristiyan Rum / Helen kişiye ne olduğu belli değildir?

Ya gidenlerin mallarına, evlerine, bahçelerine, tarlalarına, ibadet yerlerine, okullarına, fırınlarına, çorbacı, yorgancı, marangoz, demirci dükkanlarına, eczanelerine, hastanelerine, tiyatro binalarına, köprülerine ne olmuştur?

Yok mu oldular?

Gelenler mi el koydu?

Öyle dışarıdan geldik hikayelerinin de pek masum olmadığı açık değil midir? Eğer dışarıdan gelinmişse, birilerinin yıkılan yuvalarında yeni yuvalar kurulmuş belki de bu yuvaları yıkanlar olunmuştur.

Bu çelişkiler bölgede yaşayanları da yıllarca rahatsız eder.

Biz kimiz, sorusu delice akılları meşgul eder yüz yıldır Pontos’un hemen şehrinde, kasabasında ve köyünde. Ancak Ankara’da basılan ve okullarda okutulan tarih kitapları yeterli değildir bu sorunun yanıtı için.

İKİ MEZARLIKLI KÖYLER, TABUTLA GÖMÜLEN KÖYLÜLER

Bazı köylerde iki mezarlık vardır, bazı aileler yukarı ya da aşağı mezarlığa gömülürler, sessiz, kavgasız kimse konuşmaz sebebini.

Paskalya günlerinde birilerinin gizlice bıraktığı renkli yumurtaları da sormaz, sorgulamaz kimse, adeta bir zımni anlaşma vardır sanki.

Tabutla gömülen, gömülmeden önce yüzü açık veda edilen cenaze törenleri hala devam ediyor Pontos’ta hem de Arapça dualarla, İslam’a uygun olarak.

Doğusunda Pontos’un, Trabzon’un birçok köyünde hala Pontiaka / Romeyika / Pontos Rumcası / Helencesi anlaşılır, konuşulur bir dildir.

Hala ayakta duran önemli tarihi binaların yanı sıra köylerde yıkık dökük kilise kalıntıları da yok olamadı yüz yıl boyunca.

DÖRT, BEŞ DİLDE EĞİTİM VERİLEN OKULLAR KAPATILDI

Artık tenis, kriket, golf oynayanlar yok, Le Figaro’nun 150 abonesi yok Trabzon’da. Samsun ve Trabzon limanları dünyanın en önemli ticaret limanı da değil. Tiyatro binaları yıkıldı, kiliselerin bir kısmı camiye çevrildi bir kısmı ahır yapıldı, birçoğu yıkıldı.

Rüzgar denizden dağlara doğru esmiyor artık, horona da durmuyor ormanlar, dereler Sinop’tan Rize’ye doğru; HES’lere mezar oldular.

Şarap da üretilmiyor Pontos üzümleri ile.

Sağır ve dilsizlerin terapi ve eğitim aldıkları; binlerce tür bitkiyi içinde barından botanik müzeleri yok artık Pontos’un.

Dört beş dilde eğitim veren okullar, genç kadın okulları, kadın dernekleri de kapatılalı yüz yıl oldu.

Yüz yıl öncesinde değil Pontos maalesef; 2019 yılında yüz yıl öncesinin de gerisinde hala.

SOYKIRIM, SÜRGÜN, ASİMİLASYON OLMADI MI?

Kim bilir belki de haklılar yüz yıldır yazıp çizen resmi tarih kitapları. Bu topraklarda bu yukarıda yazılanların hiçbiri olmadı. Rumlar / Helenler hiç yaşamadılar, bu bahsettiğimiz izler de bizim o coğrafyanın komik insanlarınca nedensiz üretildiler. Onlar dışarıdan oraya geldiklerinde bomboştu koca Pontos / Karadeniz.

Ya da hep oradaydılar da yüzyılın sonunda bir oyun oynadılar bize; birden değiştirip kimliklerini, boğdurdular kendilerini. Yani soykırım olmadı, sürgün olmadı, asimilasyon hiç olmadı belki de.

Oralar binlerce yıldır Türk yurdu idi, oralarda yaşayanlar da Türk.

O yüzden ‘353 bin Türk neden öldürüldü, on binlercesi neden sürgün edildi öyleyse?’ diye sormamıza da gerek kalmadı.

Bu arada 19 Mayıs 1919’da Bandırma adlı bir gemi ile Samsun limanına yanaşan gemiden inenler daha sonra dünyanın bütün emperyalist güçleriyle masaya oturup bir devlet kurdular ve yüz yıldır bu güçlerle birlikte egemenliklerini sürdürüyorlar. Herkes onları anti-emperyalist biliyor…

KaradenizPontusTamer Çilingir
Comments (0)
Add Comment